Ne zaman bir işçi ile fabrikada bir iş yapmak istesek, “Bu fabrikadan bir şey olmaz, herkes birbirini satar…” gibi sözler duyarız. Kanatçikov’un yaşadığı dönemle bizim dönemimiz öyle benziyor ki…
Esenyurt’tan bir fabrika işçisi
“Şu dünyada cehenneme neden ihtiyacımız olsun ki? İşçi zaten hayatının her anını cehennem azabında geçiriyor. Eğer gözlerinizle görmek istiyorsanız bir akşam vakti dökümhaneye gidin, dökümle dolu kapları taşırlarken. Bir rahip bile böyle bir cehennem icat edemez”
Henüz 20. yüzyılın başlarında söylemişti bu sözü Bolşevik İşçi Semyon Kanatçikov. Aradan geçen yüzyıla rağmen işçiler için gerçek cehennemin tanımının değişmediğini bir demir çelik işçisi anlatıyor: “Yaz sıcakları demir çelik işçileri için zorlu bir dönemdir. Kışın biraz daha serin olduğu için daha iyi olsa da yazın dışarının sıcağı ile içerinin sıcağı, tozu gazı birbirine karışır. Bir de buna fabrika idaresinin daha fazla kâr için, toz tutma havalandırmasını çalıştırmaması, bakımı gereken bacaların filtrelerin fabrikanın durması gerektiği için bakımının yapılmaması da eklenince fabrika cehennem olur. O cehennemin zebanisi de işte fabrika müdürüdür.”
Biz işçilere cehennem olan Türkiye bir avuç zengin ve iktidar yanlıları içinse tamamıyla bir cennettir. İstedikleri zaman doğayı talan etmeleri, istedikleri şartlarda maden ocakları işleterek işçilerin canı üzerinden daha da zenginleşmeleri, sıradanlaşan iş cinayetleri, açlık sınırında yaşamaya itiraz ettikleri için sendikal mücadele yürüten işçi hareketlerini kendi çıkardıkları yasaları ve devletin tüm zor gücünü kullanarak bastırmaları, mafya ve çetelerle, en gerici tarikat ve cemaatlerle içli dışlı olarak her türlü yolsuzluğu yapmaları ve her türlü suç işleme özgürlükleri olduğu için bu ülke cennettir onlara. Çünkü kapitalizmde yasalar zenginleri korur, işçileri ölüme sürükler. Yoldaş Kanatçikov kendisinden bir asır sonra Türkiye’de yaşayan bir işçinin hislerine şu sözlerle tercüman olmuştu: “Fabrikalar, atölyeler, toprak ve ormanlar, madenler; hepsi dişlerini tırnaklarına takarak çalışan işçilerin ortak mülkiyeti haline gelmeli!”
SERMAYE, DİN VE DEVLET, İŞÇİLERİN KARŞISINDA BİRLEŞİYOR
Kanatçikov işçilerin karşısında patronların, devletin ve kiliselerin nasıl bütünleştiğini anlatıyor kitapta. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Urfa’da 1900’lü yılların başlarında Kanatçikovların yaşadığı sorunların benzerini yaşayan Özak işçilerinin grev sürecini hatırlayın. Grevde oldukları 80 gün boyunca devletin tüm kolluk güçleri Özak patronunun yanında, işçilerin karşısında konumlanmıştı. Yağmurdan korunmak için camiye giden Özak işçileri cami imamı tarafından içeri alınmamıştı. Sadece Özak’ta değil, ülkemizde yaşanan birçok işçi grev ya da direnişlerinde aynı senaryolar yaşanıyor.
Ne zaman bir işçi ile fabrikada bir iş yapmak ya da sendikal mücadeleye katmak için sohbet etsek genelde “Bu fabrikadan bir şey olmaz, burada herkes birbirini satar, buradaki herkes cahil ve hükümeti destekliyor” gibi cümleler duyarız değil mi? Kanatçikov’un yaşadığı dönem ile bizim halihazırda yaşadığımız dönem birbirlerine öyle çok benziyor ki bizim şu an yaşadığımız sorunları kendisi de yaşamış. O dönemin işçileri kitapta şöyle tarif ediliyor: “İşçi kitleleri öyle cahil, politik olarak öylesine gelişmemiş durumdaydı ki onlar arasında sosyalist propaganda yaparken çok dikkatli olmak gerekiyordu. Fabrika yönetimine, polise ya da rahiplere ulu orta şiddetle saldırmak hiçbir sorun yaratmasa da çara ya da Tanrı’ya hakaret edemezdiniz.” Bir gün bir tekstil fabrikasında çalışırken Semyon Kanatçikov ve arkadaşı Bikov arasında sosyalizm tartışması yaşanıyor. Bikov işçilerin bu geri tutumunu tartışmada örnek göstererek Kanatçikov’a; “Sosyalizme bunlarla mı ulaşmaya çalışıyorsun?” diye soruyor. Kanatçikov ise “Merak etme, harekete geçeceklerdir, göreceksin” diye cevap veriyor.
Çünkü Kanatçikov şundan emin; işçiler insanlık dışı çalışma koşullarına, uzun çalışma saatlerine, yoksulluğa ve vahşi sömürü düzenine er ya da geç bir sınıf olarak, sınıf mücadelesi ile bu düzene karşı savaşacaklar. Çok geçmeden Ekim Devrimi de kendisini tarihin önünde haklı çıkarıyor. Günümüzde işçi sınıfının politik olarak bir uykuya dalmış olması bizleri yanıltmamalı. “Bunlardan bir şey olmaz” diyenlere kulak asmadan Bolşevik İşçi Kanatçikov’un kendi sınıfına olan inancını ve ısrarını örnek alarak yaşamımıza devam etmeliyiz.
‘GERÇEK HAYAT KAFA KARIŞTIRICI TEORİLERDEN DAHA GÜÇLÜDÜR’
Bazı kitaplar vardır, kullanılan soyut diller, upuzun cümleler ve sıradan bir işçinin yabancı kalacağı kelimelerle doludur. Bu da heyecanla okumak istediğiniz o kitaba karşı hayal kırıklığı yaşatır. Kanatçikov ise bir işçinin her gün eviyle işi arasında var ettiği gerçek hayattan bahseder çünkü kendisinin de söylediği gibi “Gerçek hayat kafa karıştırıcı teorilerden açık bir şekilde çok daha güçlüdür.”
Yoldaş Semyon’un özellikle işçilik yaptığı yıllarda yaşadıklarıyla şu an bizlerin yaşadıkları birebir aynı. Gençlik yıllarında çalıştığı her fabrika ve atölyede kendimizi görebiliriz. Mesela 12 saat çalışmanın yaygınlaştığı bu dönemlerde kimi fabrikalar ve atölyeler 16 saate varan uzun çalışma sürelerinden dolayı Semyon gibi bizler de sabahın alacakaranlığında işimizin yolunu tutar, yine karanlıkta evimize döneriz. Hem de açlık sınırında bir ücret için.
YOLDAŞ KANATÇİKOV FABRİKALARIMIZDA OLSAYDI…
Kitap üzerine bir arkadaşım ile sohbet ederken şöyle bir soru sormuştu bana “Kanatçikov çalıştığın fabrikalardan birinde olsaydı ne yapardı?” Bu soru o günden beri hep aklımda. Bu soruyu çok düşündüm ama Kanatçikov’u öyle pelerinli bir kahraman olarak gelir de bütün fabrikaları ayağa kaldırır şeklinde hayal etmedim. Mesela işçi sınıfının hiç olmadığı kadar derin bir uykuda olduğunu, fabrikalarda işçilerin birbirine güvenmekten korktuğunu, sendikal örgütlenmenin diplerde, sendikal bürokrasinin ise zirvede olduğunu görse, taşeron çalışma ile tanışsa, gece vardiyalarına gitse umutsuzluğa mı kapılırdı yoksa ufak tefek yaşanan işçi grevlerinin ya da köylü eylemlerinin bir ucundan tutarak mücadeleye mi atılırdı?
Kanatçikov hiç kuşkusuz olgulara ve eylemlere inanan ileri bir işçiydi. Dünya işçi eylemleri birbirinden kopuk da olsa işçilerin bilinçlendiğini, örgütlenmeye devam ettiğini ve kapitalist hakimiyeti yok etmek için güç topladığını, bu güçle de işçi sınıfının kapitalistlere, toprak sahiplerine ve gerici iktidarlara karşı örgütlenmesi gerektiğini biliyordu. Çünkü kendisi gibi en ağır koşullarda çalışan işçilerin neden bir türlü ekonomik olarak refaha eremediğini, kimlerin onları yoksullaştırdığını biliyordu ve onlara karşı amansızca savaşması gerektiğini anlamıştı. Bu yüzden yaşadığı her yerde örgütlenmek onun gibi ileri bir işçi için hayatın anlamı ve önemiydi. Kanatçikov’un hayaleti değil, bilinci bugün Antep’te, İstanbul’da, İzmir’de eyleme geçen, direniş örgütleyen, sendikal mücadeleye atılan tüm işçilerin zihninde nüveleniyor. Yüzünü kendi cennetini var etme mücadelesine dönmüş, patronların cehennemini alaşağı etme gayretinde olan her bir işçi için ışık tutacaktır, Semyon Kanatçikov’un kendi sınıfının deneyimleriyle, umudu ve mücadelesiyle dolu yaşamı. (Evrensel Gazetesi)