CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

Leman Teyze yaptığı bir röportajında: “Ankara girişinde önümüzü çevirdiler, coplandık, gençler gözaltına alındı.”, Didar Şensoy’un ise (o gün meclisin önünde, ölümünden hemen önce): ” Meclise giderken gözaltına alınan çocuklarım ve gazeteciler serbest bırakılmazsa benim buradan ölüm çıkar.” diyerek sözünü ettikleri ‘gençlerden’, ‘çocuklarından’ biri de bendim. O yürüyüş de, İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği ‘Cezaevleri ile Dayanışma Yürüyüşü” idi.

12 Eylül Darbesi’nin hemen öncesi 1980’de, Haydarpaşa Lisesini bitirmiş; o muhatarılı günlerden sağ salim çıkarak Adalet Yüksek Okulu’na ‘girebilmiş’, orayı bitirdikten sonra da Marmara Üniversitesi Tarih bölümünü kazanmıştım. O yıllarda, Marmara Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci derneği temsilcisiydim. Cerrahpaşa Tıp ve İstanbul Edebiyat’ta okuyan Gökhan, Nalan, Halit ve diğer arkadaşlarımızla birlikte cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerine destek olmak amacıyla İHD’nin düzenlediği, ‘Cezaevleri İle Dayanışma Yürüyüşü’ne gönüllü olarak katılmıştık.

O sıcak yaz, çok zorlu ve olağanüstü güvenlik önlemleri altında gerçekleştirdiğimiz yürüyüş, Ankara girişinde güvenlik güçleri tarafından durdurulmuş, gençler zorla tekme -tokat yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmıştı. Leman teyzeler de polise mani olmak için otobüslerden inmişler; ama, polis tarafından çok ciddi şekilde tartaklanmışlardı.

Sonra biz, Ankara Emniyet Müdürlüğünün ünlü DAL (Derin Araştırmalar Laboratuarı) bölümüne götürülmüştük. O yüzden, Didar Şensoy meclis kapısı önünde kalp krizi geçirirken Leman Teyzelerin yanlarında olamamış, 7-8 saat sonra serbest bırakıldığımızda maalesef ölüm haberini almıştık. Belki de, işkenceleri ile ünlü Ankara Emniyet Müdürlüğü DAL’dan ‘erken’ bırakılmamızın sebebi Didar Şensoy’un Meclis kapısında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi idi.

O yıllar, her alanda toplumsal kıpırdanışların yeniden filizlendiği yıllardı. İHD kuruluyor; işçiler ilk grevlerine (Netaş vb.) çıkıyordu. Üniversiteliler öğrenci derneklerinde örgütlenerek YÖK’e karşı imza kampanyaları, açlık grevleri, oturma, siyah çelenk bırakma gibi eylemlerle örgütlenerek ‘başkaldırı’ hazırlıklarını yapıyor; hemen her siyasi çevre dergilerini çıkararak hayata müdahil olmaya çalışıyordu. Bizim arkadaşlarımız da Yeni Aşama’yı Ankara’da, Yeni Öncü’yü İstanbul’da çıkarmaya başlamıştı. 86′-87′ yılları hemen hemen herkesin ‘iç muhasebesini’ yaparak ‘yeniden başlangıç’ için çok kritik ve çok değerli yıllardı.

İHD’nin düzenlediği bu yürüyüş öncesi de YÖK’e karşı öğrenci dernekleri tarafından okullarda toplanan 40.000 öğrencinin imzalı dilekçelerini Ankaraya yürüyerek götürüp; meclisteki partilere vermiştik. Ardından 14 Nisan 87’de, Murathan Mungan’ın da dizeleriyle şiirselleştirilen, yıllardan sonda gerçekleşen ‘ilk kitlesel’, çok ama çok önemli öğrenci yürüyüşünü Aksaray’dan Beyazıt’a 2000’in üzerinde bir öğrenci katılımı ile gerçekleştirmiştik.

Bu yürüyüşü Murathan Mungan, şu müthiş ve görkemli dizelerle dile getiriyordu:

Bak işte yaklaşıyor fırtına / Bak yine yükseliyor dalgalar / Yollardan sonra / Yıllardan sonra Şarkılar söylüyor çocuklar / Yollardan sonra / Yıllardan sonra / Yeniden yan yana onlar Ne geçmiş tükendi / Ne yarınlar / Hayat yeniler bizleri / Geçse de yolumuz bozkırlardan

Hapishanelerde ağır insan hakları ihlalleri, üzerinden yedi yıl geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül’ü aratmayacak şekilde devam ediyordu. Anılarım, en alt kısmına itilmiş belleğimin. Flu bir film şeridi gibi… Parçaları birleştirmeye uğraşıyorum. Didar Şensoy ve Leman Teyze öncülüğünde oluşturulan uzun kortej, kent merkezlerini olağanüstü polis önlemleri altında yürüyerek geçiyordu. Sonra otobüslere binip yolculuğu sürdürüyorduk. Sürekli her il girişinde durdurularak kimlik kontrolü yapılıyor; hepimizi tekrar tekrar kaydediyorlardı. Mahkumların, dayanışma yürüyüşümüze cevap verip pencere parmaklıklarından giysilerini, çarşaflarını sallayarak, coşkulu sloganlar atarak bize selam vermelerini hatırlıyorum. Hangi cezaeviydi, Çanakkale mi? Bursa mı? Eskişehir mi? Tam bilemiyorum. Çanakkale olabilir, diye düşünüyorum. İçeridekilerle en iyi iletişimi orada kurmuştuk; onlarla bütünleşmiştik diye hatırlıyorum. Ankara Hipodrom’da durdurulan otobüsler; yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmamız. DAL’da bi güzel dayak yememiz. Didar Şensoy’un ölümü…

“Cezaevleri ile Dayanışma Yürüyüşü”nün üzerinden 38 yıl geçmiş. Bugünden geriye dönüp bakınca; iyi ki bu mücadele içinde olmuşum. İyi ki bu güzel, yaşadığı çağın çok ötesinde düşünüp davranabilen, sevdikleri için hiç korkmadan, yılmadan canlarını ortaya koyabilen, bir yiğit özverili kuşağa tanıklık etmişim.

Leman Fırtına’nın, Didar Şensoy’un, 15- 16 Haziran büyük işçi direnişinde yer alan ve cezaevlerine atılarak işkenceler gören, DİSK Keramik-İş Sendikası kurucu genel başkanı, babam Yalçın Özen ve Anadolu’nun en ücra köşelerinde, fabrikalarda, tarlalarda, hayatın her alanında mücadele etmiş bir yiğit kuşağın unutulmaz devrimcilerinden olduklarının farkındayım.

Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar;

‘Onlar’ bu toplumun harcını ‘insanlıkla’ karmaya çalışan, kendilerini hiçe sayan, yok sayan fedakar, özverili öncülerdi. Başkaları için, insanlık için yaşadılar. başkaları, insanlık için öldüler. Herkesin sağlık, eğitim, barınma, beslenme, çalışma hakkından faydalanmasını istediler. Ne mal bildiler; ne de mülk!

Fırtına ailesinin Leman Teyze ile nasıl ‘gurur’ duyduğunu, çok iyi anlayabiliyorum. Ben de onlar gibi, (çok genç, 50 yaşında kaybettiğim) babama ve mücadelesine layık olmaya çalışmış, hayatım boyunca onunla gurur duymuştum. Ve onların, bu fedakar kuşağın, emeğin, emekçinin tarihinde hakettikleri yerleri yeteri kadar almadıklarının da farkındayım.

Onların hiçbirini unutmayacağız. Elbirliği ile yeniden yazacağımız tarihte hepsi layık oldukları yerleri alacaklar! Bizler de, bizlere yaşattıkları bu gururu kuşaktan kuşağa aktararak ömrümüz boyunca, elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince onlara layık olmaya çalışacağız.

izlemek için tıklayın!

Çağdaş Tuzla Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Exit mobile version