CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

“12 Mart’ın, 12 Eylül’ün gençlerinin, devrimcilerinin de annesi, teyzesi, ablası…” İHD’nin kurucularından Leman Fırtına’yı ölümünün 10. yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz!

Yeni Aşama Dergisi, Kasım, 87′, 8. sayısında yayınlanan Leman Fırtına röportajı…

“İnsan haklarını savunmak her insanın görevidir.”

” İHD kuruluşundan bu yana faaliyetlerini esas olarak cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar üzerinde yoğunlaştırdı. Bu bir açıdan zorunluluktu. Çünkü işkencede öldürülenler, sakat kalanlar, usülsüz yargılamalar, insan onuruyla bağdaşmayan uygulamalar, mecliste bekleyen idam dosyaları, hepsi kamuoyunu ve İnsan Hakları Derneğini üzerine çekiyordu.”

Üç askeri darbe görmüş, üç çocuğu ve eşini toprağa vermiş bir asker eşi, bir insan hakları savunucusu, devrimci annesi ve bütün tutukluların Leman Teyze’sidir, O.

O, İHD’nin Genel Başkan Yardımcısı’dır. Işıkveren’e kadar giderek, Halepçe Katliamı’ndan kaçan Kürt mültecilere ilaç taşıyandır.

12 Eylül öncesi, iki kez evi, bir kez iş yeri bombalanan, faşistlerin hedefindeki aydınlardan biridir, O.

“Aslında kapımızın önündeki ayakkabıların bir fotoğrafı çekilseydi o zaman, o ayakkabılar çok şey anlatırdı” diyen Leman Teyze’nin o günlerde kapısını açık tuttuğu bütün çocukları, bugün Leman Teyzeleri için, gönül kapılarını açık tutuyor ve her zaman da açık tutacaklar.

İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) kurucularından insan hakları savunucusu Aktivist Leman Fırtına, yakalandığı kanser hastalığından kurtulamayarak, 2/Nisan/2015’te hayatını kaybetmişti. Ölümünün 10. yılında onu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

Ispartalı olan Leman Fırtına, ilk okulu Isparta, ortaokulu Mardin’de tamamlamış; Üst teğmen olan eşiyle Kızıltepe’de tanışıp, orada evlenmişlerdi.

Oğlu Doğan Fırtına 12 Mart’ta yargılanmış; oğlunun peşinde artık Leman Fırtına bir ’12 Mart Annesi’ olmuştu. Sonrasında 12 Eylül askeri darbe dönemi koşulları ve hayatının geri kalanını insan hakları savunuculuğuna adayan bir aktivist oldu.

“Türkiye’nin ilk insan hakları örgütü İHD.”

Leman Fırtına İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşunu şöyle anlatıyordu: “12 Eylül darbesi sonrası tutuklamalar ve cezaevlerindeki hukuksuzluklara karşı ailelerle mücadelemizi sürdürüyorduk. Bunu daha farklı bir boyuta taşıyarak daha etkin hale getirmek için birlikte hareket etmemiz gerektiğini düşündük. Dernek kurma fikri böyle oluştu. Yalnız tutuklu ve hükümlü aileleriyle değil, doktorlarla, avukatlarla, aydınlarla, buna gönül veren herkesle birlikte çıktık bu yolculuğa.

Sunduğumuz ilk tüzük kabul edilmedi, ‘Aşırı’ bulundu, “Bu kadar işin altından siz kalkamazsınız, devlet misiniz?” diyerek geri çevrildik. Türkiye’de daha önce ‘insan hakları’ adı altında böyle bir mücadele yoktu.

17 Temmuz 1986’da Ankara’daki müracaatımız kabul edildi, resmen kurulmuş olduk. İlk aşamada İstanbul, Adana, Mersin şubeleri kuruldu. Avrupa’dan da çok destek almıştık, insan hakları savunucuları sık sık Türkiye’ye gelerek bize destek oldular. İHD Avrupa’da da meşruiyeti olan, tanınan bir örgüttü.”

( Fotoğraflar: Halil Özen ) Akın Birdal, Nevzat Helvacı, Leman Fırtına Söğütlüçeşme, İHD’nin ilk mitinginde..

“Başlangıçta iki dönem Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüttüm. Genel Başkan Nevzat Helvacı, Genel Sekter de Akın Birdal‘dı. İstanbul Şubede de Genel Sekreterlik yaptım. Tüm mesaimizi derneğe ayırdık çok uzun bir dönem. Birkaç yıl sonra kurulan Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucularındanım”.

Kurulur kurulmaz da baskılar başladı..

“Kuruluştan hemen sonra Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda bir eylem yapmak istedik. Başvurumuz kabul edildi ancak afişleme yaparken bile gözaltına alındık, çok baskı gördük.

Bu yasal eylem gerekçe gösterilerek İHD Genel Merkez mensuplarına dava açıldı. İdamlara karşı imza toplarken de birçok kez gözaltına alındık, rutin bir uygulama haline dönüşmüştü.

( Fotoğraflar: Halil Özen ) Aziz Nesin, kurucusu olduğu İHD’nin ilk mitinginde konuşmacı…

“İnsan Hakları” İHD’yle Literatüre Girdi

“Kürtçe konuşmak büyük suçtu”

Ne tür başvurular geldi size o dönem, en çok hangi bölgelerde ve ne tür hak ihlallerine yoğunlaştınız?

“Her bölgeden başvuru geliyordu ama daha çok üniversite öğrencileriyle Kürt illerinden başvuru geliyordu. Doğu ve Güneydoğu bölgesine sık sık gidiyorduk, olup bitenlerin hepsi gözümüzün önünde yaşandı.

1992’deki kanlı Newroz’da üyelerimizle oradaydık. 5 Temmuz 1991’de Diyarbakır’da öldürülen Vedat Aydın‘ın cenazesinde insanların üzerine ateş açıldığına tanık oldum.

Başlangıçta haftanın 2-3 günü mahkeme salonundaydım. Yaptığımız en ufak şey dava konusu oluyordu. Bir basın açıklaması yapmamız bile İHD yönetimi olarak topluca dava edilmemize yetiyordu.”

Aydın, Kürtçe konuştuğu için Ankara’da yargılanırken de duruşmayı takip etmiştik. İnsanların Kürtçe konuştuğu için bile tutuklandığına, yargılandığına şahit olduk.

Eskiden Kürt illerinde her şey suçtu. Köyden sebze satmak için kente gelmeye çalışanlar yolda taranıyordu, ormanlar yakılıyordu. Herkes korkuyordu.

O dönem tüm cezaevlerini dolaştım, ilaç dağıtmak için. Diyarbakır Cezaevi korkunçtu. Buradan yalnızca havalandırmadaki kadınlarla görüşme izni verilmişti, durumları çok kötüydü. Dört genç baskıları protesto etmek için kendini yaktı orada…”

Bu mücadelede kaybettiğiniz yol arkadaşlarınız da oldu…

Didar Şensoy, İHD’nin düzenlediği ‘Cezaevleri ile Dayanışma Yürüyüşü’nde Ankara’da polisin yaptığı müdahale sonucunda çıkan arbede sonrası meclis kapısında kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti.

Ankara girişi: Otobüsten tekme-tokat indirilen ama, birbirine kenetlenerek polise direnmeye çalışan öğrenci gençler!

1 Eylül 1987’de TBMM açılışına denk gelen Dünya Barış Günü’nde aileler olarak birer dilekçe yazıp Çanakkale, Bursa ve Eskişehir cezaevlerini ziyaret ederek; Ankara’ya, çocuklarımızın daha iyi koşullarda yaşaması için talepte bulunmaya gittiler.

Amaçları, barış çağrısı yapmaktı. İçeri alınmadılar. Didar Şensoy, Leman Teyze’ye ‘koca karı kendimi iyi hissetmiyorum’ der ve yığılır yere. Arkadaşının ölümünü Leman Fırtına kamuoyuna duyurmak zorunda kalır.

“Ankara girişinde önümüzü çevirdiler, coplandık, gençler gözaltına alındı. Meclis önünde de arkadaşımız Didar Şensoy’u kalp krizinden kaybettik. Bu yolculukta bize çok eziyet çektirdiler, Eskişehir’de konaklamamızı bile engellemeye çalıştılar.”

“Baskının şekli değişti kendisi sürüyor”

O döneme, baskılara, 12 Mart ve 12 Eylül darbesine, Kürt illerinde olup bitenlere tanıksınız. Neler değişti o günden bu yana? Türkiye’nin şimdiki durumunu insan hakları açısından nasıl değerlendirirsiniz? dendiğinde:

“Şimdi de 12 Eylül darbesini aratacak şeyler yaşanıyor. Önüne geleni gözaltına alıyorlar, tutukluyorlar, konuşma özgürlüğü yok. Özgürlük propagandasıyla gelen (AKP’den sözediyor.) iktidar özgürlüğü yok etti. İnsanlar konuşmaya korkuyor.Her darbenin sonunda baskı vardı, şimdi de baskı var. Baskının şekli değişti ama aynı baskı sürüyor.” diye cevap verecekti.

Çağdaş Tuzla Gazetesi olarak, Leman Teyzeyi sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Unutulmaz muhteşem devrimcilerden biri olduğunun farkındayız. Ve onun, bizim yazacağımız tarihte haketttiği yeri alacağına inanıyoruz. Unutmayacağız. Unutturmayacağız.

******

**********

Leman Teyze’yi yakından tanımanız için Fadıl Öztürk’ün Tükenmez dergisinde çıkan röportajını tekrar yayınlayoruz.

Leman Fırtına: İnsan hakları mücadelesinin muhteşem öncü kadınlarından. Sadece Doğan’ın değil, 12 Mart’in, 12 Eylül’ün gençlerinin, devrimcilerinin de annesi, teyzesi, ablası. Merhaba Leman Fırtına!

Fırtına’nın annesi

Antalya’dayım. İstedikleri noktada buluşup Ahmet Kaya’nın evine gidiyoruz. Ali Çetin ve eşi Gülüşen beni yoldan alıyorlar. Şoför mahallinde, 12 Eylül’ün yutamadığı, ama Akdeniz’in yutmaya çalıştığı, boğulmaktan kurtulmuş Leman Teyze var. Evde, Ahmet ve Menekşe Kaya, oğulları Baran ve Doruk’la, misafirleri Petek’le tanışıyoruz. Ahmet ve Ali, Kurtuluş’un İstanbul davasında yatıp çıkan iki eski arkadaş.

Rivayet edilir ki, Mardin-Mazı Dağı’ndan göç alınca, adı Mazı Dağı olmuş, Antalya’nın tepesindeki dağ. Rüzgar alan bir yer olduğu için, yapılaşma başlamış. Şimdi, oraya Masa Dağı diyorlarmış. Ahmet Kaya’nın o dağdaki evinde bir araya geliyoruz.

Tesadüf işte, Mardinlilerin yerleşime açtıkları(!), rüzgar alan dağda, Mardin’de evlenmiş, Fırtına’nın annesi Leman Teyze ile söyleşi yapıyoruz. Bütün çocukları adına ‘geçmiş olsun’ diyorum.

Sevgiyle beslediler çocuklarını

Onlar, aynı annenin ve aynı babanın çocukları değillerdi, ama çocuklarına anne ve babaydılar. Hepsi aynı yerde doğmamış, aynı şehirde yaşamamışlardı. Yurdun, o şehrin dört bir yanından otobüslere, trenlere, dolmuş ve taksilere gelip cezaevi kapılarında buluştular.

Dilleri, kültürleri farklı da olsa, kaygı ve acıları birdi onların. Anneydiler, babaydılar, eş, çocuk ve sevgiliydiler kapıların gerisindeki tutuklulara. Onları ortak acıları o kapıların önlerinde bir araya getirdi.

Birbirlerine anne, baba, dost, arkadaş, kardeş, kız, gelin ve torun oldular. Bedenleri dışarıda, kalpleri, rüyaları, hayal ve umutları içeride onlar onlardı. Özlemle beslenip sevgiyle beslediler çocuklarını.

Anısı önünde saygıyla eğildik 

12 Eylül gecesi, cebren ve hileyle vatanın bütün mahalle ve sokakları, yolları, hastane ve okulları kendi ordusuyla işgal edilmiş, bütün legal ve illegal örgütlenmeleri dağıtılmış, Meclisi kapatılmış, radyoları ve televizyonlarına el konulmuştu.

Halkımız fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüştü. Susmayan bir onlardı. Zaman içinde kocaman bir muhalefet olup içeridekilere ve dışarıdakilere umut ve ilham oldular. Bazıları Leman Teyze oldular, bulup konuştuk, bazıları Didar Abla oldular, anısı önünde saygıyla eğildik.

Isparta, Mardin, Kızıltepe

Ispartalı memur bir babanın kızıdır, Leman Fırtına. İlk okulu Isparta’da, ortaokulu Isparta ve Mardin’de tamamlar. İkinci Cihan Harbi’nin son zamanlarıdır. Üstteğmen olan eşiyle Kızıltepe’de tanışır ve orada evlenirler.

Ordu mensuplarının durumu halka oranla nispeten iyi olsa bile, ülke yokluk içindedir. Ekmek gibi temel ihtiyaç maddeleri karne ile verilmektedir. Beş yıl kaldıkları Kızıltepe’de yedi aylıkken ölen bir kızları olur, Fırtına ailesinin.

‘Altmış İhtilali’ olur

Sonra, eşinin tayini Sivas’a çıkar ve giderler. Bir oğullarını da burada toprağa verirler. Üç oğulları daha olur Sivas’ta. Doğan, Fırtınaların Sivas doğumlu ikinci oğullarıdır. Sivas’tan Rus hududundaki Çıldır’a tayin olurlar.

Soyadlarının Fırtına olması bir şeyi değiştirmez. Çocuklar fırtınadan uçup gitmesinler diye, uzun bir ipe tespih taneleri gibi dizilip tutunarak okula gelirlermiş.

Kar yedi ay kalkmaz, dünyanın öbür ucu olurmuş, Çıldır. Leman Teyze, bir asker eşi olarak kar altındaki o uzak yerdeyken ‘Altmış İhtilali’ olur.

İstanbul’a ayak basarlar

Baba Fırtına, Çıldır’dan Sinop-Ayancık Askerlik Şube Başkan’lığına tayin olur. Leman Teyze “Ayancık, önü deniz, arkası orman, tozu toprağı olmayan şirin bir kasabaydı. Bu kadar mahrumiyetten sonra üç- dört yıl burada kalalım” diye niyetlenir, ama bir yıl sonra ikinci kez Sivas’a tayin edilirler.

Sivas’a ikinci kez tayin olmalarına itiraz edince, şanslarına bu sefer Bergama çıkar. Burada bir kız çocukları olur ve Alayla birlikte Türkiye’nin batısına, Lüleburgaz’a giderler. Dört yıl kaldıkları Lüleburgaz’dan sonra ilk kez İstanbul’a ayak basalar.

Kendini ordudan emekli eder

Leman Teyze’nin eşi, Harp Akademileri İstihbarat Şube Müdürlüğü’nü ancak altı ay yapacaktır. Bu sefer, Kastamonu’nun Boyabat’ına, yani Nevzat Çelik’in memleketine tayin olurlar. Bergama’da doğan kızlarını, bir beyin ameliyatı sırasında burada kaybederler. Fırtına ailesi, üç çocuk vermiştir toprağa.

Boyabat’ta üç yıl kaldıktan sora İstanbul’a, geri dönerler. Eşi, Kolordu Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü’ne atanmıştır, Leman Teyze’nin. Bu sırada, 12 Mart Darbesi olur ve eşine sıkıyönetim mahkemelerinde, mahkeme başkanlığı yapması önerilir. “ben başkalarının çocuklar hakkında verdikleri kararlara kalem kırmam” diyen baba Fırtına, emekliliği dolmadan, 1971’de kendini ordudan emekli eder.

Artık bir 12 Mart anasıdır

1950 doğumlu olan Doğan, 12 Mart’ta Ankara Siyasal öğrencisidir. Kürsüye çıkarak “faşist generaller arkadaşlarımızı Kızıldere’de katlettiler. Bu yüzden derslere girmiyor, boykot ediyoruz” çağrısında bulunduğu için, hemen göz altına alınır. Leman Teyze, oğlunun ardında artık bir 12 Mart anasıdır.

Boş bir koridorda ölüm sessizliği

Savcı Baki Tuğ’dur ve Doğan Fırtına’yı hemen tutuklar. Mide kanaması geçiren Askeri Cezaevi doktoru olan Metin Benli, bilerek aspirin verdiği için Doğan komaya girer ve Gülhane Askeri Tıp Fakültesine kaldırırlar.

Bir küçük hastane odası, bir ranzada hareketsiz yatan, komada bir hasta, bir kapı ve kapıda iki asker, iki askerde iki silah, iki silahta mermiler ve iki süngü. Boş bir koridorda ölüm sessizliği. Doğan’ın muhtaç olduğu kudret annesinin bakımında mevcuttur.

Komutanlar kıllarını bile kıpırdatmazlar

Askerlerden biri insafa gelir ve “oğlunuz mide kanaması geçirmiş, Gülhane’de komadadır” diye telgraf çeker Fırtına Ailesine. Büyük oğul gider ve yapacak bir şeyi olmadığını görür ve dönüp ertesi gün annesini yollar.

Leman Teyze, oğluna bakmak ve kurtarmak için yanında kalmak ister. Doktorun da talebi bu doğrultudadır, ama Destek Kıtaları Komutanı “kalamazsın!” diye diretir. Her yere başvurur, ama komutanlar kıllarını bile kıpırdatmazlar…

Polisler de aslanın ağzındaki dişlerdir

Adli müşavirden müsaade alınması söylenir ve oracıkta bir dilekçe karalar ve gider. Leman Teyze’yi, bir albay karşılar ve dilekçeyi daktiloyla yeniden yazdırır “sizin hakkınızdır. Taviz vermeyin ve mutlaka yazılı emir alın” der ve adli müşavirin odasını gösterir. “siz Fırtına’nın annesi misiniz” diye soran adli müşavir “siz gidin, ben bildiririm” dese de, Leman Teyze “benim yanımda telefon ediniz ve bana yazılı emir veriniz” diye ısrar eder.

İstediği olur ve oğlunun yanında refakatçi olarak kalır. Bir buçuk aylık anne bakımıyla ancak oturur hale gelen Doğan, yargılanır ve cezanın asgarisi değil, azamisi verilir. 1974’te Ecevit’in affı ile ceza evinden çıkan Doğan, okulunu bitirir. Ama, 12 Eylül öncesidir ve okumak aslanın ağzındadır. Polislerin her bir de aslanın ağzındaki dişlerdir.

Linç önlenir Boyabat’ta

Boyabat yıllarında, gericiler ayaklanır ve liseyi basarlar. Amaçları, devrimci olan lise müdürü ve eşini linç etmektir. Tam o sırada baba Fırtına da okuldadır. Okul müdürü ve eşini arka pencereden Kastamonu’ya kaçırıp Sinop’tan asker ister ve linçi önler.

“Cesur bir savcı vardı, hepsini attı içeriye. Sinop Milli Eğitim Müdürü bana ‘siz çocuklarınızı devrimci olarak yetiştiriyorsunuz’ deyince, ben çocuklarımı devrimci olarak yetiştirmekle iftihar ediyorum, dedim” diyen Leman Teyze, bu hayasız akınlara siper eder kendisini.

12 Eylül sabahı

12 Eylül sabah Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle uyanan Leman Teyze, 1971’de kendisini askeriyeden emekliye ayrılan eşini uykudan uyandırır ve darbeyi haber verir.

Bu, Leman Teyze’nin hayatında tanık olduğu üçüncü darbedir. Çocukları için telaşlanır, şaşırır, bocalar. Çünkü, sadece oğlunun annesi değil, bütün çocukların annesidir. Onun yemeğini yemeyen, çayını içmeyen, serdiği temiz çarşaflı yataklarında yatmayan ‘çocuk’ kalmamıştır.

12 Eylül öncesinde Doğan ve arkadaşları evde toplantı yaptıklarında, baba Fırtına balkona çıkar ‘çevre güvenliği’ alırmış. Fırtına’ların telaş ve kaygısı yurdunu alçaklara uğratmayan o çocuklar içindir.

Dört yıl, her gece telefonumuz çaldı

Doğan’ın Evi ayrıdır ve arada bir gelip gidermiş anne ve baba Fırtına’lara. 12 Eylül’le birlikte bir daha oğulları Doğan’ı göremezler. Leman teyze. “istisnasız her gece, saat iki buçuk ila üç arası telefonumuz çaldı ve ben uykudan uyandım. ‘oğlum, gündüzleri arayamadığı için, geceleri arıyor’ diyordum içimden.

Dört yıl boyunca böyle sürdü. Telefonumuzun çalmadığını ben de biliyordum, ama telefonun sesini duyuyor ve uyanıyordum. Limanlarda, sokak ve meydanlarda Doğan’ın ‘aranıyor’ fotoğrafları asılıydı.

‘Doğan’ın fotoğrafını şuraya da asılmış’ diye haberler alıyorduk. Dört yıl boyunca oğlumu ne gördüm, ne sesini duydum, ne de bir haber alabildim” diyen, adı Leman, soyadı Fırtına olan bir anneydi.

Doğan’ın yakalandığını haber vermezler

Baba Fırtına gözlerinden rahatsızdır. Yeterince kan gitmediği için, defalarca retina yırtılması yaşar ve göremez olur. 1984’te yine aynı sorundan dolayı baba Fırtına’yı Ankara’da Gülhane’ye yatırırlar.

Anne Fırtına, bir gece rüya görür. Rüyada üstünde eski paltosu vardır. Gömleği yırtılmış, üstü başı perişandır Doğan’ın. Kocasını uyandırır ve ‘doğan yakalandı’ der. Anne Fırtına. ‘Hayra yor, tersini düşün’ der, Fırtına’nın babası.

Doğan Filistin’den dönmüş, İstanbul’dadır. Takip yiyen bir arkadaşını uyarmak için gittiği evde polisin kurduğu karakola düşer ve yakalanır. Çocukları, hastanede üzülmesinler diye, Doğan’ın yakalandığını haber vermezler Anne ve baba Fırtına’lara.

Bir ay sonra, hastaneden evlerine döndüklerinde oğul Fırtına’nın yakalandığını öğrenirler, ama korkmazlar ve sönmezler.

Düşer Gayrettepe’nin yollarına

Doğan sahte kimlikle yakalanmıştır ve Doğan Fırtına olduğunu sorguda günlerce ret eder. Bunun üzerine polisler kaslarını çalıştırmaktan vazgeçip kafalarını çalıştırır ‘gidip anne ve babasını getirelim’ derler.

Anne ve baba Ankara’da hastanede oldukları için, Doğan’la yüzleştirmeye evde buldukları, üniversiteyi bitirmek üzere olan küçük kardeş götürülür. Yüzleştirme sırasında ağabeyini tanıması mı, yoksa tanımaması mı gerektiğini bilmemektedir, üniversiteli Fırtına.

“Ağabeyimi yıllardır görmüyorum. Benzetemedim, olabilir de olmayabilir” der, ama polisler “ulan nasıl tanımıyorsun! İnsan abisini tanımaz mı? Bunu da atın içeriye” diye kükrerler ve bunun üzerine, kardeşi de işkence görmesin diye adını kabul eder Doğan Fırtına.

Hastane dönüşü bunları duyan Leman Teyze, düşer Gayrettepe’nin yollarına.

Bir başka hayata başlar

Haber alır, ama göremez. Dört yıl sonra, ilk kez Selimiye’de oğlunu gören Leman Teyze “Doğan benim Doğan’ımdı, ama çok zayıflamıştı. Selimiye’de yargıladılar çocukları. Açlık grevleri sırasında mahkemeye getirildiklerinde hallerine çok üzülüyordum.

Bir keresinde, Doğan yüzündeki cop izlerini mahkeme heyetine göstererek, bizi mahkemeye getirdiklerinde çırılçıplak soyup çirkin arama yapıyorlar. Bunları tutanaklara geçirmenizi istiyorum’ dedi.

Babası göremiyordu artık, ama bu olayı duyar duymaz ‘haydi hanım’ dedi ve evden çıktık. Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, her yere telgraflar çektik.” diyen Leman Teyze’yi, cezaevi kapılarında bir başka hayata beklemektedir.

Yine aynı yerde, banklarda buluşurduk

“Acı insanı birbirine bağlıyor. Haftanın üç günü otobüs tutup Ankara’ya gidiyorduk. O zaman, Günaydın adında bir otobüs firması vardı, bize indirim yapıyorlardı. İçimizde görüşe gelebilmek için alyansını satan yoksul anneler vardı. Faydası olurdu bu indirimlerin.

İlk zamanlarda, doğudan, Diyarbakır’dan fazla gelen olmazdı. Ankara’da Güven Park’ta buluşur görev bölüşümü yapardık. Kimimiz Genelkurmay’a, kimimiz Kara Kuvvetleri’ne, kimimiz Meclise, kimimiz de partilere dağılıyorduk. Öğle olunca, ellerimizde simitlerle yine aynı yerde, banklarda buluşurduk.”

Hep doğuya gidilerek de batıya varmak mümkündür

“İçeride işkence vardı, tek tip elbise uygulaması vardı, tutuklular yeterince beslenemiyorlardı. Tutukluların yaşam koşullarının düzeltilmesi için, Adalet Bakanlığı’na, Genel Kurmay’a, Meclise gider, bir yolunu bulur, taleplerimizi dile getiriyorduk. Bütün polisler artık biz tanıyorlardı. İsviçre’den bir heyet gelmişti. Cizre’yi, Batman’ı, Midyat ve Mardin’i gezmek, yaylalara çıkıp göçebelerin kıl çadırlarını görmek istediler” diyen Anne Fırtına, bu sefer insan hakları rehberi değil, turistik rehberdir.

Her gittiği yerde onu tanıyan komiserler, polisler ‘buralarda ne işiniz var’ diyerek çatmadan çehrelerini sorarlarmış. Oya, devlet daha sonraki yıllarda, ora’larda da onlara çok ‘iş’ çıkaracaktır. Vedat Aydın öldürülür, yen içinde kalmaz kol. Yer gök inler Diyarbakır’da. O gün İnsan Hakları savunucusu yoldaşının cenaze törenindedir, anne Fırtına. Hep doğuya gidilerek de batıya varmak mümkündür.

Çatmazlar çehrelerini, imanlarını boğdurmazlar

Bir seferinde, Kara Kuvvetleri’nden bir albay, çatıp çehresini, hiddetlenerek, diş macunu tüpleri içine bildiri koyarak, içeri sokulduğunu iddia eder. Adalet Bakanı Oltan Sungurlu durur mu yerinde. O da, ailelerin iç fanilaları eroinle ıslatıp kurutarak içeri yolladıklarını iddiasında bulunur.

Gaflet ve delalet içindedir, Oltan Sungurlu. Oysa, o güne kadar içeri yiyecek, giyecek, okunacak kitap yazacak kalem alınmamaktadır. Tutuklular cezaevi kantininde alış veriş yapmakta, giysilerini yamalayarak giymektedirler.

“Çocuklarımızın fikirlerine tahammülleri olmadığı için, bu tür yakıştırmalarda bulunuyorlardı” diyen Leman Teyze ve arkadaşları, bu haklı davada toplumun büyük bir kesiminin desteğini alarak yollarına devam ederler. Çatmazlar çehrelerini, imanlarını boğdurmazlar.

İlk açık görüş ve baba Fırtına

“85’te, beş dakikalık olan ilk açık görüşümüzü kazandık, Kurban Bayramı’ 26 ağustostaydı, bayramın ikinci günü olan 27 ağustostaydı açık görüş, Görüş günü sabah kalktık. Eşim ‘haydi hanım bayramlaşalım’ diye şakalaştı bizimle. Gelininden kahve istedi. Khavesi geldi, içti on beş-yirmi dakika sonra, bir kalp krizi geçirdi.

Kurtaramadık.

Yanımda kardeşlerim var çocuklar var. Ben evvela anayım. Bak kaç senedir oğlumla yüz yüze görüşemedik, kucaklaşamadık. Ben evvela oğluma gideceğim, onu ziyaret edeceğim ve gelip cenazemi kaldıracağım, dedim. Gitmesem oğlum da beni merak edecek. Babasının hayatın kaybettiğini başkasından değil, benden duysun istedim”

Fırtına’ların arasına ölüm girmiştir artık

”Çok perişandık. Görüş sabahı kardeşim ve küçük olumla görüşe gittik. Doğan ‘babamın gözleri rahatsız, geç gelirler’ diye düşünmüş. İsmi okununca, Doğan alelacele geldi ve ‘anneciğim, babamı getiremediğine göre kaybettik herhalde’ dedi. Ben sürekli ağlıyorum. ‘ağlama anacığım, sen bize lazımsın, buradaki bütün çocuklara lazımsın, ağlama. Kendini üzmeyeceksin. Ölüm bu, ne yapalım. Benim için üzülme. Arkadaşlarımın yanındayım, onlar beni teselli ederler. Sen üzülme’ diyerek, o beni teselli etmeye çalıştı. Beş dakikalık görüş bitti ve o gün ikindi namazından sonra eşimi defnettik.”

Baba ve anne Fırtına’ların arasına ölüm girmiştir. Ölümün yurduna sürgün gitmiştir baba Fırtına. Çünkü, insanın istemeyerek çıkarıldığı her yolculuk sürgündür.

‘Koca karı’ kendimi iyi hissetmiyorum

Zamanla kendi örgütlenmeleri olan İHD’ yi kurarlar. O zamanlar Türkiye Büyük Millet Meclis’i 1 Eylül Dünya Barış Günü açılmaktadır. Tutuklu aileleri, Çanakkale, Bursa ve Eskişehir cezaevlerini ziyaret ederek, Ankara’da Meclis’e giderler.

Amaçları, barış çağrısı yapmaktır. İçeri alınmazlar. Didar Şensoy, Leman Teyze’ye ‘koca karı kendimi iyi hissetmiyorum’ der ve yığılır yere. Arkadaşının ölümünü duyurmak yine Fırtınaların annesine kalır.

Der, Özal

[Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal] Özal, ölmeden bir ay önce, İHD heyeti Çankaya’ya çıkar ve Cumhurbaşkanı’na İnsan Hakları Dosyasın verir.

Heyetin en yaşlı üyesi olarak göründüğü için, Leman Teyze’ye bakarak ‘bugün karşınızda olanlar, yarın yanınızda yer alacaklar. Sakın bu mücadeleyi bırakmayın’ der, Özal.

Bugün Leman Teyze’leri için kapılarını açık tutuyorlar.

Üç askeri darbe görmüş, üç çocuğu ve eşini toprağa vermiş bir asker eşi, bir insan hakları savunucusu, devrimci annesi ve bütün tutukluların Leman Teyze’sidir, o.

O, İHD’nin Genel Başkan Yardımcısı’dır. Işıkveren’e kadar giderek, Halepçe Katliamı’ndan kaçan Kürt mültecilere ilaç taşıyandır.

12 Eylül öncesi, iki kez evi, bir kez iş yeri bombalanan, faşistlerin hedefindeki aydınlardan biridir, o.

“Aslında kapımızın önündeki ayakkabıların bir fotoğrafı çekilseydi o zaman, o ayakkabılar çok şey anlatırdı’ diyen Leman Teyze’nin o günlerde kapısını açık tuttuğu bütün çocukları, bugün Leman Teyzeleri için, kapılarını açık tutuyorlar. (FÖ/BA)

****

Exit mobile version