Rollo May, sevginin karşıtının nefret değil, kayıtsızlık olduğunu söyler. Ne kadar haklı bir saptama! Aldırmaz, ilgisiz insanların birbirinden kopuk dünyası, mutsuz bir toplumsal hayat demektir. Aynı görüşten olmaktan ziyade birbirini dinleyebilmenin, anlama çabasında olmanın çok daha önemli olduğunu kavrayabilmelidir. Anlama çabası, kafamızda ve kalbimizde açacağımız muazzam alana neleri yerleştireceğimizi de belirleyecektir.
İnsanlar yalnız; adacıklar gibi birbirlerinden uzak yaşıyorlar. Bu yalnızlık ve yabancılaşmanın insanın doğrudan kendisinden kaynaklanmayan türlü nedenleri var. Ne var ki farkına varmadığı savunma mekanizmalarıyla insanın kendisi de, diğerleriyle arasındaki mesafeyi açma konusunda anlaşılmaz katkılar yapmakta. Bu kısır döngü insanları birbirlerine daha da ulaşılmaz kılıyor. İşin gerçeği: herkes diğeriyle deli gibi iletişim kurmak, bağlantıda olmak için can atıyor oysa. Birlikteyken bile yalnız olma gerçeğini göze alma pahasına.
Nasılsın, diye soruyorum. İyiyim, diyor ve başlıyor anlatmaya. Soluk almadan hayatının ilk dönemlerinden, eğitiminden giriyor; oradan askerliğe çalıştığı yerlere, ardından hayatının diğer detaylarına dalıyor. Çocuklarından bahsediyor. Bizi ilk kez bir araya getiren gerekçe olan hobisine ne zaman başladığı, hangi süreçlerden geçtiği, aldığı övgü, ödüllere getiriyor konuyu. Monoluğuna ara verip, nezaketen bile, sen n’apıyorsun, diye sormak aklından geçmiyor. Tanışma buluşmasının sohbet havasına bürünmesi için, birkaç kez o sırada anlattığı konuyla ilgili bir şeyler söylemek için araya girmeye çalışıyorum. Kelimelerimin arasında çok kısa bir duraklamayı bile fırsat bilip, anında tekrar ele geçiriyor konuşmanın tekelini. Beni dinlemeye hiç niyeti yok. Kendisiyle o kadar dolu ki, başkasına yer yok o iç dünyasının kalabalığında. Kendisinden çıkıp uzaklaşamıyor, elini uzattığında dokunabileceği kadar yakınındaki öteki’ne ulaşamıyor bir türlü. Başıma ağrılar giriyor ama, ayıp olur mu kaygısıyla, izin isteyip kalkamıyorum. Sonunda bir yolunu bulup masadan kalktığımda, bunun ilk ve son buluşma olduğundan eminim artık. Kimsenin birbirini dinlemediği söz boksundan hoşlanmıyorum çünkü.
Aynı gün, bir süredir aynı edebiyat grubunda olduğumuz halde, kitap sever olması dışında hakkında pek bir şey bilmediğim bir arkadaşla, benden gelen bir istekle buluşuyorum, her zaman taze çayı olan bir kahvede. Burada bir parantez açıp, o ağabeyimizle tanıştığım edebiyat topluluğuna kabulümü anlatmalıyım. İhtiyaç listemde üst basamaklarda yer alan edebiyat ve kitaplar, iki yıl önce yerleştiğim ilçede beni yeni arayışlara zorladı. İlgisi gelgeç olmayan samimi okurlarla iletişimde olmak, bulunduğum yeri benim için daha yaşanılır neden kılmasındı? O arayışla bir grubun varlığını öğrendim. Kurucusuyla bağlantı kurdum. Üyeler arasında iletişimi sağladıkları platforma eklendim. Merhaba, deyip kısaca tanıttım kendimi. Bir cılız hoş geldin, gördük anlamında iki emoji geldi iletimin altına. Herhalde, dedim kendi kendime, yeni katılımlara açık değiller. Oradaki iç uyumun işleyişini bozmak istemediğimi açıklayıp hoşça kal, dedim gruba. Bunun üzerine, durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını söyleyen yönetici, beni tekrar ekledi. Birkaç toplantılarına katıldıktan sonra, yeni katılımcıya reddiyeden çok, gerçekte masum bir kayıtsızlık durumunun söz konusu olduğunu anladım. Bu arada, haftanın belli bir günü bir saat bir araya gelmenin onlara yeterli geldiğini fark ediyorum. Avuç içi büyüklükteki yerde farklı zamanlarda yürüyüş yapmak, çay içmek, sohbet etmek, okudukları diğer kitaplardan, günlük dertlerden konuşmak için bile kendi aralarında iç iletişime ihtiyaç duymadıklarını öğrendim.
Bu ara açıklamanın ardından, buluşmanın devamını anlatmak için tekrar kaldığım yere döneyim.. Benden bir önceki kuşaktan sakin, çelebi görünüşlü bir insan izlenimi ediniyorum ilk bakışta. Grup paylaşımlarından edindiğim samimi edebiyat okuru kanaatimden yola çıkarak, öğretmen emeklisi misiniz, sorusunu yöneltiyorum. Hayır, diyor, terziyim. Bu cevapla birlikte edebiyatla ilişkisi gözümde daha incelikli hale geliyor. Usul usul anlatıyor, öteki olan beni sohbete dahil etmeyi unutmadan. Tıka basa kendisiyle dolu değil, gerçekten dolu bir insan. En son Hermann Broch’un Vergilius’un Ölümü’nü okuduğunu anlatıyor söz kitaplara gelince. Bu ikinci okuyuşuymuş. Yıllar önceki ilkinde de sevdiği yazarın kitabına hayranlık duymasına rağmen, birçok ayrıntıyı ancak şimdi yakalayabildiğini vurguluyor. Kalkma vakti geldiğinde, edebiyat kelimesinin geldiği kökün taşıdığı anlama uygun saygılı bir dostluğun kurulduğu duygusuyla, yeniden görüşmek dileği ile ayrılıyorum yeni arkadaşımdan.
Tam da burada yıllar önce okuduğum, Rudolf Bahro’nun Kommune dergisiyle yaptığı bir söyleşisinin çevirisinden aklımda kalmış bir sözünü ödünç almak isterim: Yani, şimdi kafamızda ve yüreğimizde muazzam boş alana ihtiyacımız. var. İnsan diğerinden kaçamaz, tek başına yaşayamaz. Öteki’ne ihtiyaç duyar. Rollo May, sevginin karşıtının nefret değil, kayıtsızlık olduğunu söyler. Ne kadar haklı bir saptama! Aldırmaz, ilgisiz insanların birbirinden kopuk dünyası, mutsuz bir toplumsal hayat demektir. Aynı görüşten olmaktan ziyade birbirini dinleyebilmenin, anlama çabasında olmanın çok daha önemli olduğunu kavrayabilmelidir. Anlama çabası, kafamızda ve kalbimizde açacağımız muazzam alana neleri yerleştireceğimizi de belirleyecektir.
*****

Mehmet Ramazan Kimdir?
“Köy doğumlu benim kuşaktan olanlarda sık rastlanan gün ve ay olan 1 Ocak’ta doğdum. Düz hesap olsun, demiş olmalı ilçe nüfus memuru.. Yıl, 1959.
1983’de öğretmen oldum. İngilizce öğretmeni olmak, benim için hem meslek hem de edebiyat okuru olarak fazladan bir dil anlamına geldi.
80’lerin ortalarında dönemin kimi edebiyat dergilerinde şiir ve edebiyat yazıları yazdım.
Kısa süre önce kendiliğinden ortaya çıkıveren yazma eğilimi beni öyküye yönlendirdi. Beğendiklerimi güvendiğim öykü editörleri olan dergilere gönderiyorum.”