KORUMA POLİTİKALARI VE TUZLA
Ali KILIÇ
Şehir Plancısı
2863 nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, bulundukları çevreye yaşamsal özellikleri ile birlikte bulundukları çevre ile özdeşleşerek ona kimlik katan kültürel ve doğal değerlerin korunmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını, bir başka ifade ile sürdürülebilirliğini amaçlamaktadır. Kişilerin korunmasında üstlenerek büyük sorumluluk alanlar, bu değerler içinde göl, orman, bataklık, sazlık gibi diğer canlıların korunmasını üstlenerek büyük sorumluluk aldığı, yapılar topluluğunu oluşturduğu bir kent ya da yerleşim alanındaki yapılara kadar değişen bir ölçekte farklılıklar göstermektedir. Sanayileşme süreci ile başlayan, sanayiindeki yapılarla kadar değişen bir ölçekte farklılıklar göstermektedir. Sanayileşme süreci ile devam eden (gelişen teknoloji), sanayinin desantralizasyonu-kent dışındaki alanlara kaçışı ki, bu alanlar genellikle verimli tarım alanları olmaktadır, küreselleşme gibi kavramlara dayalı eylemler kültürel alanlar ile alanlar genelindeki verimli tarım alanları olmaktadır, bu alanların biçimlendirdiği bir sosyal yapıyı ve kültürü de tehdit eden bir sürece karşı kişiye dayalı bir koruma anlayışının başarılı olamadığı, bu alanların hızla yok olmasından belli olmaktadır.
Doğal, kültürel ve tarihi alanların korunma ve geliştirilmesinde Koruma Amaçlı İmar Planları önemli bir araç olarak ortaya çıkarken, “koruma-kullanma” dengesi önemli bir kırılma noktası olmaktadır. Bununla birlikte bir başka kırılma noktası da bu alanlardaki mülkiyet dokusu ile birlikte koruma sorumluluğu yüklenen kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarının bu yapıların devamlılığını sağlamasındaki yetersizliğidir. Bu noktada, bu alanların ranta dayalı tepelere direnmesi mümkün olamamaktadır, yasalar, planlar, genellikle sosyal açıdan yetersiz kalmaktadır.
Tuzla, sahip olduğu doğal, tarihi kültürel ve sosyal değerleri, koruma politikalarındaki yetersizliklere, ilgisizliğe, baskılara karşı direnecek, gelecek kuşaklara aktarmaya kararlı görünmektedir. Tuzla gibi özel bölgelerde, farklı çıkar gruplarının, farklı beklentilerinin olması ve bu beklentilere cevap verecek, çözecek yaşamların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşımlarda denge, beklentilerin optimizasyonu önemli bir çıkış noktası olmaktadır. Bu doğrultuda hazırlanacak planlarda farklı çıkar gruplarını bir araya getirmek, başka bir deyişle geniş ölçekli bir katılımın sağlanması çok önemlidir. Bu katılımın planın hazırlık süreci ile birlikte, uygulama ve finansmanını sürecini de içermelidir. Böyle bir süreci kapsayan katılımcı – uzlaşmacı planlama yaklaşımları, planın getirdiği kişisel yarar ile toplumsal yarar arasında dengeyi sağlamalıdır.
Tuzla, sit alanları da dahil (kentsel ve doğal sit alanları) farklı grupların beklentilerini karşılayacak, başta kıyı bölgesi olmak üzere çok önemli potansiyellere sahiptir. Bu potansiyellerin harekete geçirilmenin ilk aşaması ise, yukarıda ifade edilen katılımcı ve uzlaşmacı planlama yaklaşımlarını ortaya koymaktır. Bu bağlamda yerel yönetimler çok önemli görevler düşmektedir.
Sit alanları gibi bölgelerde oluşan değerler içinde yaşadığımız toplumun, çevrenin ortak değerleridir. Bu değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak görevinin sadece değeri ilgilendiren çevre ile sınırlı kalması ki -bazen bir yaklaşımdır. Bu değerlerin korunmasında, korunması gereken değerlerin özelliklerine dayalı olarak koruma – kullanma dengesi çerçevesinde katılımcı ve uzlaşmacı yaklaşımları kapsayan bir anlayışın etkili olacağı tartışmasız bir gerçektir.