Ayşen Şahin / Evrensel Gazetesi

Gençlik neydi?
Ülkenin geldiği koşuldan bağımsız düşünemez olduk hiçbir şeyi, ekmek ve özgürlük kavgasında felsefe yapmaya zaman kalmadı, hatta düşünmeye dahi. Koşuyoruz oradan oraya. Gaz fişeğinden hızlı koşabilmek, miting alanlarında ayakta saatlerce durabilmek, kortejlerce yürüyebilmek, adliye ve emniyet önlerinde nöbet ata sporu oldu bizde. Kimselerin zamanı kalmadı kavramlar üzerine düşünebilmeye. Düşünebilmek geniş zaman işidir.
Yazı da düşünmeye dair, düşünüyorum gençliği:
Tasvir etmem gerekse, nabızda hız, gözde fer derdim. Bir şeyi kafaya koyduğunda bedenin seni yolda bırakmamasıydı gençlik. Günlerce sabahlayarak ders de çalışabilirdin günün ilk ışıklarına kadar dans edip sabah işine devam da edebilirdin.
Üç kilo patatesi kızartır yerdin de bana mısın demezdin, ne soğan zarı mide ağrıtırdı ne açlık başını.
Merakının kuvvetli olmasıydı; kendine, hayata, geleceğe dair bir merak hali. Kimdir ne yapar, nasıl becerir bunları? Nedir, neyim, ne olacak, ne olacağım?
Kavrayışının kudretli olmasıydı, bir kere okusan aklına girer üç kere de ezberine. Baktığın yüzü hatırlarsın, isimleri, olayları, mekanları. Pırlanta gibi bir hafıza. Sislenmemiş, kirlenmemiş, istiap haddi zorlanmamış. Ne diyordu Cicero: İnsan gençliğinde öğrenir. Yaşlılığında anlar.
Hevesti gençlik biraz da, hevesinin olması bir şeyler yapmaya. Canının ağaca çıkmak istemesi, çatıdaki manzarayı merak etmesi, kalkıp otostopla turist görmemiş bir yeri gezmeye gitmesi, kafada meslekler döndürmesi, hepsine niyetlenip hepsinden başka bir hevesle vazgeçmesi. “İçimizde kalmasın” cümlesinin vücuda gelmiş hali gibi bir heves.
Taze umut tadıydı damakta, her şeyi yapabilecek bir ömür dururdu önünde. Davul da çalabilirsin, kıta da keşfedersin, daha zamanın var nasılsa.
Bir sporcunun, Bickerstaff’ın lafıdır: Umut, genç tutkuların dadısıdır.
Taşabilmekti gençlik, dayatılan utanç kavramından başka bir neşeyi, kın tanımaz öfkeyi, sınır tanımaz hayalleri yıkılmadan taşıyabilmekti, döke döke, taşa taşa bitirememekti. Ezbere yenilmemekti çünkü hiçbir şey ezber edilecek kadar tekrar edilmemişti.
“Utanç gençlerin süsü, yaşlıların yüz karasıdır” diyor Aristotales, yaşlılarınki beceriksizliklerine dair, gençlerinki denemekten kaynaklanır anlamında olsa gerek.
Gençlik risk alabilmekti ne de olsa.
19 Mayıs geldi.
Nasıl bir tıynet şimdi çıkacak ekranlara ve kutlayacak takvimdeki resmi bayramı? Adı: 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı…
Çocuk evliliğini meşru kılan, şeriatı savunan bir adamı protesto eden gençleri şiddet uygulayarak gözaltına alıp tutuklayan iktidar çıkıp ne cümle kuracak?
Bu ülkede gençliğin 2 GB internete, apartman katı üniversiteye, asgari ücretli bir işe, ilk tabletini vergiden düşebilmeye bayram edeceğini sananlar kimin neyini kutlayacak?
Spor federasyonlarını bile aile şirketine çevirenler, eğitim müfredatını tarikatların, ocakların elinde paramparça edenler, sporu dahi sınıfsal kılanlar neyi kutlayacak?
Kime konuşacak? Hangi gence?
Ayranım dökülmesinciler, aman tepki çekmeyelimciler, işimize bakalımcılar, kurumlar, kuruluşlar, şahıslar, çok önemli bazı insanlar, popüler simalar bakalım hangi gence ne konuşacaklar?
Tutuklu olanlara mı? Vücudundaki morluklar marttan beri yerinde duranlara mı? Ters kelepçe taktıklarına mı gaza boğduklarına mı? Okuluna kayyım atadıklarına mı? Öğretmenini işten attıklarına mı? Okuldan atılmışlara mı atanmamışlara mı? İşsiz olanlara mı reşit olmadan çalışmak zorunda kalanlara mı? Pasaportu değersizleştiği için vize alamayan, yoksulluğa mahkum edildiği için seyahat edemeyen, mahallesine hapsedilmiş olanlara mı?
Asgari ücretten fazlası vadedilmemişlere mi konuşacaklar, kariyer için susmak zorunda bırakılmışlara mı?
Biz gençlik neydi diye düşünürken birileri de kara kara “Ne diyeceğim şimdi gençlere?” diye düşünüyordur zannımca.
Şahsiyetin yükü var sanılır. Oysa şahsiyet sahibi, onu giyiniktir, taşırken ağırlığını hissetmez.
Şahsiyetsizlik çirkin bir çıplaklık gibidir. Bakana haz değil utanç verir. Ve ağırdır asıl.
Ağırlıkta ezilenlere bir yük daha verelim:
ABD’li sivil haklar aktivisti, Öğrenci Şiddetsiz Koordinasyon Komitesi Başkanı John Lewis diyor ki:
“Gençlik, hayatın belli bir dönemi değildir. Gençlik, bir irade şekli, bir hayal özelliği, cesaretin korkaklığa, macera hevesinin rehavete boyun eğmemesidir. Hiç kimse belli yılları doldurmakla ihtiyarlamaz. İnsanlar ideallerini kaybedince ihtiyarlarlar. Seneler ancak cildi buruşturur, ama heyecanını yitirmek ruhu buruşturur.”
Gençler düşmüş önümüze, bir yola çıkmışız.
“Gençliğimiz var” sözünde çifte mana varmış yeni anlamışız.
Ruhumuz da belli ki kırışmamış.
24 yaşında kendini Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyan, mahkemede “Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz” diyen Deniz Gezmiş’e,
29’unda hakikatin peşinde bir gazeteciyken, ikisinde tutuklandığı mahkemeye üçüncü çıkışında
“Benim buradaki amacım bu adliyedeki yargı mensubu denilen cübbe giymiş çeteleşmiş insanlara karşı olmaktır. Savunma yapmayı kabul etmiyorum. 20 yaşındaki çocukları tutuklayan mahkemelerde savunma yapmayı zul sayarım” diyen Furkan Karabay’a selam olsun.
86 milyonluk ülkenin tüm yükünü bu sefer şimdiki gençlerin sırtına yıkamasınlar.
Rehavete boyun eğmeyen herkesin bayramı kendi ellerinde, 19 Mayıs kutlu, bayram yakın olsun.
* Evrensel Gazetesi Yazarı Ayşen Şahin’in, 17 Mayıs 2025’te yazısını tekrar yayınlıyoruz.