Zafer Aydın / Araştırmacı / Yazar
Değme senaristin kaleme alamayacağı ustalıkta sahnelenen “Asgari ücreti belirleme oyunu”nda ışıklar sönerken perdeye “Yokuz” yazısı yansıdı. Önce CHP Genel Başkanı Özgür Özel pamuk şeker satıcılarının manilerinden aparıldığı izlenimi veren açıklamayla “Talebimiz otuz altında yokuz” dedi. Onu, ” Bundan sonra masada yokuz” açıklamasıyla Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay izledi. Olup biteni içine sindiremeyen, artık boğazına kadar gelmiş, zıvanadan çıkarılmış uysal adam rolüyle…
Sendikal hareketin ve ana muhalefetin “Yokuz” repliği ile belirlediği “tutum olmayan tutum” AKP iktidarına alan açtı, elini rahatlattı. İşçilerin ve muhalefetin basıncını hissetmeyen iktidar da hiçbir yaraya merhem olmayacak, ilk ayın sonunda anlamını yitirecek zam ile asgari ücreti belirledi.
Belirlenen asgari ücret zammı manipüle edilen enflasyon oranlarının bile altında kalırken ortaya iki somut sonuç çıkardı: Birincisi işçiler için yaşamlarını asgari düzeyde dahi sürdürmek giderek zorlaşacak ve yoksulluğun daha da artacak olmasıdır. İkincisi düşük belirlenen asgari ücret ile işçilik maliyetleri düşürülürken, sermayenin küpünün dolmaya devam etmesidir. Yani -her zaman olduğunu gibi- asgari ücret belirlenirken açık ve doğrudan sınıfsal bir tercih yapıldı. Yerli ve yabancı sermaye çevrelerinin, onların safında duranların sevinç çığlıkları da bunu göstermektedir.
Sermaye açıktan sevinirken, sarı sendikacıların gizliden bu sevince ortak olduğunu da belirtmek gerekiyor. Zira asgari ücretin düşük kalması ile toplu iş sözleşmeleri yüksek ücret taleplerinden bir anlamda “kurtulmuş” oldu. Pazarlıksız ücret artışı ile pazarlıklı ücret artışları baskı altına alındı. Özellikle 2025 yılının pek çok sektörde ve işyerinde toplu iş sözleşme yılı olduğu göz önüne alınırsa grevle, toplu iş sözleşmesi ile uğraşıp, rahatını kaçırmak istemeyen sarı sendikacıların sevinci daha iyi anlaşılacaktır.
Sarı sendikacılar ve sermaye sevinedursun işçileri bekleyen bir başka tehlike de toplu iş sözleşmelerinde de enflasyon oranının altında zam dayatmasıdır. Bilindiği gibi sendikalar uzun bir dönemdir -gerçeği yansıtıp, yansıtmaması bir tarafa- ücretlerin belirlenmesinde enflasyon oranını baz alıyordu. Hatta bu sayede işi rutine bağlayarak belli bir konfor alanı da yaratılmıştı. İktidar, enflasyon altında zam oranı belirlerken, asgari ücretin enflasyonla bağını da kopardı. Aynı yöntemin işyeri, işletme sözleşmelerinde de işverenler tarafından gündeme getirileceğini de söylemek mümkün. Yani enflasyon oranında zam talebiyle taslak hazırlayanları ciddi bir açmaz bekliyor.
Asgari ücretin belirlenme yönteminin öteden beri sorunlu olduğu bilinen bir gerçek. AKP döneminde ise sorunlu görülen, biçimsel mekanizma bile fiilen ortadan kaldırıldı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu tamamen Saray’ın aparatı haline dönüştürüldü. Buna bağlı olarak Cumhurbaşkanı’nın gönlünden kopan ilavelerle asgari ücret hak olmaktan çıkarılıp sadaka haline getirildi. CHP’nin kimi temsilcileri ise “Cumhurbaşkanı kararnameyle zam yapsın açıklamasıyla” asgari ücretin Saray’a bağlı hale getirilmesine zımnen onay vermiş oldular.
Öte yandan belediye başkanları aracılığıyla “onların vermediğini biz sosyal yardım aracılığı ile vatandaşımıza vereceğiz” diyerek asgari ücretin onların yaklaşımında da bir hak değil, sadaka -hadi biraz incelterek söyleyelim- “sosyal yardım” mekanizması olduğunu ortaya koydular.
AKP iktidarı, asgari ücreti, sefalet ücreti olarak belirlerken sınıfsal bir tutum ortaya koydu. İşçilik maliyetlerini düşürmeyi, işçinin insanca yaşama koşularına sahip olma hakkına tercih etti. Üzerinden bir hafta, on gün geçtikten sonra konunun sıcaklığını kaybetmesi de gösteriyor ki yaptığı tercih güçlü bir direnişle, yeni bir taleple karşılaşmadan “yapacak bir şey yok” duygusu içinde kabul görecek.
Çünkü AKP karşısında, liberalizmin, piyasacılığın gereği olarak, asgari ücretin dengeleri bozmaması gerektiği ezberinden vazgeçmeyen siyasal muhalefet ve işçiden fazla işvereni, siyasal iktidarı düşünen güdümlü, vesayet altında sendikal hareket “Yokuz” yani “bizden buraya kadar” dediler. Sıra konunun asıl sahiplerinde, emeğinden ve ekmeğinden çalınanlarda. Yıl sonunu beklemeden, “Asgari ücret değil, yeter ücret”, “Hemen şimdi ek zam” , “Asgari ücret ülke düzeyinde toplu iş sözleşmesi yoluyla belirlensin” gibi taleplerle “Varız” diye meydanları doldurmalarında. Öyle, göstermelik yasak savma türünden değil, sürekli ve sonuç alıncaya kadar…
Zafer AYDIN KİMDİR?
1963 Kars doğumlu. İlkokulu Kars’ta, ortaöğretimini İstanbul’da tamamladı.Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Yayıncılık ve sendika dergilerinde editörlük yaptı. 25 yılı aşkın bir süre, Kristal-İş Sendikası’nda eğitim uzmanı olarak çalıştı. Birgün, Radikal, Cumhuriyet gazeteleri ile çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yazıları yayınlandı. Yaşam Radyo’da, üç yıl kadar “İşbaşı” adlı programı hazırlayıp sundu. Artı TV’de “Emek ve Hayat” adlı programla kısa bir televizyonculuk tecrübesi yaşadı.
Yayınlanmış kitapları:
Mektepten Sokağa Liseli Gençlik, İlerici Liseliler Derneği (İLD) 1977-1980 (Sosyal Tarih Yayınları, 2023)
’68’in İşçileri (Ayrıntı Yayınları, 2021)
İşçilerin Haziranı ( Ayrıntı Yayınları, 2020)
Grevden İşgale Singer Eylemleri 1964-1967-1969 (Sosyal Tarih Yayınları, 2015)
Geleceğe Yazılmış Mektup 1968 Derby İşgali (Sosyal Tarih Yayınları, 2012)
“Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü Kavel 1963 (Sosyal Tarih Yayınları, 2010)
Forum mu Yapsak Yoksa Devrim mi (Versus, 2008)
Sollamalar (Aykırı Yayınları, 2006)
Aziz Çelik ile birlikte,
Paşabahçe 1966, Gelenek Yaratan Grev (TÜSTAV, 2006)
Temel Sendikal Bilgiler (Kristal-İş, 2006)
Küreselleşme ve Sendikal Hareket (Kristal-İş,1997)
Belgesel Filmler “Çoban Ateşlerinin Yandığı Yerde Kavel’de” Melih Biçer ile birlikte (2016) “İşçilerin Haziranı” Cihangir Köse ve Nesrin Uçar ile birlikte (2023)