CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

Ayşen Şahin / Evrensel Gazetesi

Etimolojik kökenine bakınca Osmanlıca’da seyis kelimesinden türemiş, aktarmak yani aslında atı idare etmek anlamında kullanılıyor.

Öte yandan bir anlamı var ki İslam hükümdarının verdiği ölüm cezasına deniliyor.

İnsan sosyal bir canlıdır.

Toplumun olduğu her yerde de siyaset vardır.

Bernard Crick:

“Siyaset, farklı çıkarlar arasında bölünmüş toplumların, şiddet içermeyen özgür tartışma yoluyla yönetilmesidir” der.

İdeal tanımı bu olsa da siyasetin kanlısı pratikte her gün dünyanın her yerinde yaşanan bir gerçektir.

Bunu da Mao Zedung’un bir sözüyle açıklayalım

Siyaset, kan dökülmeyen savaş, savaş ise kan dökülen siyasettir.

Siyaset bir durum değil bir süreçtir, insanlık ve toplumsal yaşam var olduğu sürece her gün hayatımızda olacaktır.

Bir uzlaşı olduğu kadar bir çekişme ve çatışma sürecidir.

Harold Lasswell’in tanımıyla:

“Siyaset, kimin neyi, ne zaman ve nasıl elde ettiğiyle ilgilidir.”

Bu yüzden de süreç içinde değişim zorunludur.

Teorisi, tanımı, yaklaşımlar, akımlar ve tarihçesi sayfalar sürer, bilimsel eğitimi ülkemizde dört yıllık bölümleri bünyesinde toplayan fakültelerde yapılır.

Ama siyaset ve siyaset bilimi iki ayrı düzlemdir. Siyaset yapan bilimsel bir davranışta bulunmak zorunda değildir. 

Bazı bilimsel verilerden yola çıkarak eyleme geçebilir ancak bu şart bile değildir.

Bugün, “Geçinemiyoruz”u sesli söyleyebilmektir, grev gözcüsü önlüğü ile fabrika önüne çıkmak, talep ettiğin eğitim standartları için sınıfları terk edip okul bahçesinde toplanmak, indirdiğin kepenge nedenini yazmaktır.

“Aşı nerede” diye sorabilmektir, deprem vergilerini sorgulamak, eve gelen faturanın açıklamasını okumak, okutmak, devletin tüm kurumlarından herkes için eşit hizmet beklemektir.

İtfaiyenin yangına, suyun barajlara, benzinin depolara, gıdanın evlere, bordrodaki kesintilerin hizmete, kolluk kuvvetin gerçek suçlulara, yargının adalete ulaşmasını talep ve kontrol etmektir.

Hava eksilere düştüğünde devletin kurumlarını arayıp evsizlerin ne olacağını sormaktır, mahalledeki hayvanlar için kulübeler inşa etmek bir kap mama bırakmaktır. Bir kadın çığlığında yardıma fırlamak, bir çocuğa eğitim alabilsin diye bilgisayar ve internetini açmak, bir kapkaççının yolunu kesip soyguna mani olmak, sıraya kaynak yapanı uyarmak, üniversite öğrencilerinin kapısını çalıp bir tencere ev yemeği vermektir.

Cama çıkıp sağlık emekçilerinin çabasını alkışlamaktır, ayrımcılığa karşı pencereye LGBTİ+ bayrağı asmak, okuduğun kitabı kaplamadan taşıyabilmek, kendi dilinde bir türküyü mırıldanarak gezmek, başka semtin insanına selam verip almak ve hal hatır sormaktır.

Ezilenleri yalnız, bazı mezarları bakımsız, bazı günleri anmasız, bazı günleri bayramsız bırakmamaktır.

Bu vesile ile Newroz Piroz Be!

Siyaset, ne olacak bu memleketin hali denilen her masadadır.

Masandaki suyun tükenecek olmasında, pirincin ithal edilmesinde, tabağın üretildiği seramik fabrikasının kapanmasında, ekmeğin belediyenin büfesi kapatıldığı için marketten alınmasında, naylon örtünün kanserojen, mısırın GDO’lu olmasındadır.

Yazdığımız bir mesaj, yaptığımız bir şaka, dinlediğimiz müzik ve izlediğimiz filmde, bunca baskı altında soluduğumuz her nefesle beyne giden oksijendedir siyaset.

Siyaset yasağı getireceklermiş. Ancak parti kurmayı, üyesi ve denetçisi olmayı yasaklayabilirler, ama attığımız her adımda, yutmadığımız her kelimede, dilimizin ucunda tuttuğumuz küfürde, beynimizin kılcal damarındadır siyaset, kime tamamen yasaklanabilir?

Adalet, eşitlik, özgürlük diye bağıranın ismi değişse ne olur, biri gider biri gelir. İlla koltuk boşaltmaksa dertleri, o koltuğu dolduracak biri illa bulunur.

80 milyonuz bu ülkede, kadına karşı şiddet son bulsun, toplumsal cinsiyet rolleri yıkılsın diyen, LGBTİ+leri kabul etmek zorundasınız diyen, baskı yüzünden göçmeyi hiç istemeyen, hayvanları bari koruyun diyen, çevre katliamına isyan eden, iklimi umursamayana kızan, inşaat seslerinden gına gelen, geçinemeyen, işinde sömürülen, iş bile bulamayan, aldığı eğitimden memnun olmayan, vize yükünden bunalan, aşı olamadığı için kızgın, azınlık muamelesinden yılgın, talebi ses bulamamışlar toplayıp alalım birleşim kümelerinin en büyüklerini: üzerinde özgürlük, eşitlik ve adalet yazanı.

Nereden baksan 40 milyonu geçiyor.

Adını doğru koyalım:

Siyaset sadece koltuklarda, mevkilerde, deri sümenli masalarda ve takım elbiseler içinde yapılan değildir. Atanmışlar ve seçilmişler arası sıkıştırılamayacak kadar günümüzün gecemizin, sokağın ve evin içindedir, açlıktan kokan nefesimizdedir.

Siyaset, aslında ne yaptığının adını koyamayan herkesin uykusuzluğunda, amaçsızlığında, hayalsizliğinde, tükenmişliğindedir.

Söylemeye çekindiğimiz her cümlenin, yazmaktan vazgeçtiğimiz her satırın arkasında yaptığımızın adını siyaset koyamamanın ağırlığı, yükü var. Siyaset yapmaktan korkanın asıl korkması gerekendir kendi siyasetsizliği.

Biz adını koyarsak, dahil olduğumuzu, parçası olduğumuzu kabul edersek ancak bir ucundan tutarsak değişecek bu hayat.

Bir broşürü okunacağı bir yere bırakmak ya da ucu kalkmış bir başka afişi tutup da yırtmak kadar elimizde. Kapının önü kadar yakın, adımladığımız sokakta.

Sermaye, yetki, karar ve yargı kimde olursa olsun, milyonlarca insandan büyük değildir hiçbir irade. Üreten bizsek, susturulan, ezilen bizsek, bu itiraz hepimizinse 40 milyonluk bir avaza bakar, başarırsak değiştiririz hayatı.

Etimolojik kökeni atı idare etmekse at terli, at yorgun, aç ve öfkeli.

Atın ağzında köpükler, çatladı ha çatlayacak.

Bir kırbaç daha inerse şaha kalkıp sırtından atacak ya da yere yığılacak.

Hangi sondan korkmalı?

Exit mobile version