“Türkiye’nin bütününe dönük yeni bir devlet şiddetinin ve neo-faşist yapılanmanın kozasından çıktığı sonucuna varılabilecektir.“
Prof. Dr. Oğuz Oyan / Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Üyesi
Yeni yıl fahiş fiyat zamları ve katmerli yolsuzluk haberleriyle açılmışken… Kamunun yönetimindeki mal ve hizmet fiyatlarına, gerçekleşen TÜFE oranı olan yüznde 44,3’ten başlayıp köprü/yol/tünel geçişlerinde yüzde 300’leri aşan zamlar yapılmaya başlanmış… Bu arada kaderine razı durumuna getirilmiş veya iktidarın sarı sendikaları tarafından sesi soluğu kesilmiş geniş emekçi kesimlere ve emeklilere yüzde 11-15 oranlarında artışlar uygun görülmüşken… Eh, vurgunculuğun merkez üssü olan iktidar ayağı, kayyım atamalarıyla dikkatleri başka yönlere çekmeye çalışmasın da ne yapsın? Demek ki devamı da beklenmelidir.
Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu’nun gece yarısı yaptığı yönetmelik değişikliğiyle 56 milyar doları bulduğu hesaplanan (Bkz. Uğur Emek, 9 Aralık tarihli Sözcü) büyük vurgunlar yapılması, KÖİ soygununun bütçeyi kemirmesi, KÖİ’lerde azaltılması beklenen garantilerin arttırılması hatta dolardaki enflasyon erimesini bile karşılayacak tarife yükseltmeleri yapılması… Yabancı sermayenin çıkarlarının bu düzeyde kollanması, siyaset esnafının onlarla doğrudan çıkar bağlantıları olmadan mümkün olamazdı. Bütün bunlar ortada dururken, ihale yasası kalbura çevrilmişken, her türlü kayırmacılık, liyakatsizlik, adaletsizlik, yolsuzluk, hırsızlık, dolandırıcılık zirve yapmışken, gündemin buralardan uzaklaştırılması ancak devlet şiddetiyle olabilirdi elbette.
İstanbul hesabı
Bir de tabii siyasal İslamcı iktidarın İstanbul özelinde kapatılmamış bir hesabı bulunduğu dikkate alınmalı. 31 Mart hezimeti özellikle İstanbul özelinde iktidara acı koymuş durumda. Çünkü BB Başkanının belediye meclisi üzerinden elini kolunu bağlama olanağı yitirildi. Beşiktaş gibi uç bir örnekte Cumhur ittifakı tek bir belediye meclis üyesi bile çıkaramadı! Olayı salt bir intikam hesabı olarak da görmemek gerekir. Büyükşehir belediye başkanını görevden almanın iç ve dış siyasi kısıtları (bu kısıtlara sermayenin tavrı da dahildir) şimdilik veriliyken, onun etrafını oymanın, mümkünse belediye meclisinde yeniden azınlığa düşürmenin hesapları önceliklidir mutlaka. Buna daha önce değinmiştik esasen… Esenyurt’a el konulmasından sonra şöyle yazmıştık:
“Belediyelere el konulurken iktidar kimlikçi politikaları da kasıtlı biçimde kullanarak, eğip bükerek iş görmektedir. Son hamlesine bakalım. Birkaç gün içinde dört belediyeye kayyım atayabiliyor ve onları da negatif-kimlikçi bir dışlama üzerinden seçiyor. Güneydoğu operasyonu zaten eski uygulamalarının izinde giderken, İstanbul’da Esenyurt Belediye Başkanını özellikle seçiyor ve “bölücülük” üzerinden suçlayarak görevden alıyor. (…) Bütün bunların ötesinde, halk ve emekçi düşmanı bir iktisat politikasını uygularken, kitlelerin gündeminin ve dikkatinin saptırılması, muhalefetin savunmaya itilmesi ve enerjisinin boşa tüketilmesi başarıyla sahneye konulmuş bulunuyor.”
“Herkesin aklında olan soru, iktidarın cüretinin İstanbul Belediye Başkanını da görevden alabilecek kadar ileri gidip gitmeyeceği. Daha önce ifade etmiştim: İstanbul BB büyük lokmadır. Dışarda büyük gürültü koparır. İçerde de sermayenin desteğini genelde almaz; hatta o çevrelerde istenmedik ürküntüler de yaratılabilir. Kaldı ki, sıradaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir mağduriyet yaratmak ve Mansur Yavaş’ı tek bırakıp olmadığı kadar güçlendirmek istemezler. İmamoğlu-Mansur çekişmesinin çifte adaylaşmaya yol açması ne güzel olurdu değil mi?
Demek ki İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ve başkanının elini kolunu geçen dönemde olduğu gibi bağlamak yolunun tercih edilmesi daha muhtemeldir. Bunun için bazı dolaylı yollar denenebilir. Bazı ilçe belediyeleri daha ele geçirilebilir; bu ilçe belediyelerinde meclis üyelerine de operasyonlar yapılarak büyükşehir belediye meclisinin bileşimi iktidar lehine değiştirilebilir. Bu tür operasyonlar, dışta ve içte daha az sarsıntıya sebep olarak atlatılabilir.” (Oğuz Oyan, “İktidar bildiğini okuyor”, 5 Kasım 2024, Sol Haber Portalı).
Bu yazıda haber verdiğimiz muhtemel gelişme Beşiktaş Belediyesi örneğiyle yaşandı. İhalede imzası olmayan belediye başkanının bu gerekçeyle görevden alınması da açık bir hukuksuzluktu. Bu arada Mersin Akdeniz İlçesi belediyesinin DEM’li başkanı yerine kayyım atanması aynı süreçte ortaya çıktı. Hem de İmralı trafiğinin yürüdüğü bir dönemde!
Dün akşam Beşiktaş Belediyesi önünde toplanan kalabalığa konuşan Ekrem İmamoğlu “iktidarın hedefinin Beşiktaş’ın ötesinde” olduğunu söylerken İstanbul BB’nin ve kendisinin hedefte olduğunu ima etmiş oluyordu. İki ay önce işin oraya kadar gitmeyeceği görüşündeydik; ama bir yandan iktidarın içerdeki sıkışmışlığı diğer yandan Suriye üzerinden elinin güçlendiği hayalini kuruyor olması, denklemin yeniden kurulmasına yol açabilir. Kuşkusuz bu durumda hesap İstanbul’u da aşmış demektir; Türkiye’nin bütününe dönük yeni bir devlet şiddetinin ve neo-faşist yapılanmanın kozasından çıktığı sonucuna varılabilecektir.
Kefil olamayız ama…
Bunları yazarken elbette CHP’li belediyelere veya iktidarın kontrolü dışındaki diğer belediyelere akçalı veya diğer ilişkilerinde kefil olmadığımız herhalde açık olmalı. Öte yandan birçok AKP’li belediyenin, birçok merkezi idare biriminin ve üniversitelerin ihale kuşuna dönüşmüş (Beşiktaş ve Esenyurt belediyeleri için savcılık iddianamesinde ihaleye fesat karıştıran girişimci ismi olarak Aziz İhsan Aktaş geçiyor) bir şaibeli kişi ile bir CHP’li belediyenin ne işi olabiliri de sorgulamak durumundayız. Dolayısıyla bu “AKP dönemi girişimcisinin” niçin AKP’li idarelerle yaptığı yolsuzlukların incelenmediği üzerinden yapılan itirazlar/eleştiriler bizim açımızdan hiç anlamlı değil. Hatta böyle bir yaklaşım, “tencere dibin kara, seninki benden kara” muhabbetine girer ki, CHP açısından dahi bu tür bir savunma pozisyonu asla tavsiye edilmez.
Aslında meselenin her iki yönü de bu yazının konusu değil. Şafak operasyonlarının hedefi, muhalefet belediyelerini ve belediye başkanlarını hukuki dayanak dahi aranmadan çeşitli iddialarla suçlamak ve suçlamalarla orantısız kayyım-tutuklama kararları çıkartmak olurken, muhalefete dönük eleştirileri öne çıkarmanın zamanı olmayabilir. Nitekim tam da bu sırada “koskoca” cumhurbaşkanı sıfatlı Erdoğan’ın, Özgür Özel’in ifadesine göre, Adana Yüreğir İlçesi BB Ali Demirçalı’yı makamına davet edip “başına kötü şeyler gelmemesi” örtük tehdidi altında AKP’ye katılma teklifinde bulunması -eğer doğruysa-, siyasi teamüllere aykırılık veya siyasi nezaketsizlik gibi çok hafif kaçacak nitelemeler üzerinden eleştirilemeyecek denli vahim bir gelişme demektir. Bütün bunlar İslamo-faşizmin yüzünün iyice açığa çıkmasının tezahürleridir.
Normalleşme nerede kaldı?
Biri “normalleşme” mi demişti? Hatta birkaç hafta öncesinde bile “normalleşme”den vazgeçmiş değiliz mi demişti? Galiba AKP devri kapanana kadar, bizim düzen muhalefeti siyasi-İslamcı hareketin gerçek niteliğini kavramayı bir türlü başaramayacak! Bu hareketin entrikalarını sezme ve karşı tavır geliştirmeyi de öğrenemeyecek. Sakın bunun arkasında CHP’nin kendi yolunu sermayeden bağımsız bir çizgide geliştiremiyor olmasının rolü olmasın? DEM açısından ise AKP ile ortaklaştığı tarihi bir Cumhuriyet düşmanlığı temelinde kendi özel gündemine sıkışıp kalmaktan ötesini görememek olmasın?
Cumhuriyetçilerin sahip çıkması gereken ilkeler
Düzen partilerince asıl başarılamayacak olan konular galiba şunlar: Cumhuriyetin temel kazanımları olan laiklik/aydınlanma devrimine ve anti-emperyalist/bağımsızlıkçı çizgiye sahip çıkmak. Hele bunun ötesine geçip, sermayeyi rahatsız etmek pahasına, emeğin Cumhuriyetini savunmak.
Oysa iktidara seçenek oluşturmanın ve iktidara yürümenin yolu bu ilkelerden geçiyor. Pazar günü Dördüncü Genel Kurulunu başarıyla tamamlayan Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi de bu ilkeler üzerinden kendine alan açıyor ve tüm Cumhuriyetçileri kucaklama yolunda ilerliyor.
Oğuz Oyan’ın sol.org.tr’de yayınlanan, (14.01.2025 ) tarihli yazısı…
***********
Prof. Dr. Oğuz Oyan Kimdir?
Oğuz Oyan 6 Şubat 1947 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir’de tamamladı.
1969 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.
1978 yılında Paris-1 Pantheon-Sorbonne Üniversitesinde iktisat alanında “Devlet Doktorası” (Doctorat D’Etat) derecesini aldı.
1978-1981 döneminde Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde ve 1982- 1999 döneminde Gazi Üniversitesi Maliye Bölümünde üstlendiği öğretim üyeliği görevini 2000-2002 yıllarında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünde sürdürdü.
Öğretim üyeliği yanında 1992 -1994 döneminde üç yıla yakın Tariş Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Genel Müdürlüğü yaptı.
Öğretim üyeliği sürerken 1996-2000 yılları arasında TÜRK-İŞ Konfederasyonu’nun Araştırma Merkezini yönetti.
1996-2004 yılları arasında Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanlığı görevini üstlendi.
1 Temmuz 2001’de CHP Parti Meclisi üyeliğine seçildi.
3 Kasım 2002 seçimlerinde İzmir’den CHP Milletvekili olarak seçildi.
22. dönemin ilk yasama yılında (2002-2003 dönemi) CHP Grup Başkanvekili olarak görev yaptı.
Ekim 2003’ten Ekim 2007’ye kadar dört yıl Parti Meclisi üyeliği yanında CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yaptı.
22 Temmuz 2007’de tekrar İzmir’den Milletvekilli seçildi.
PM, MYK ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinden 1 Ekim 2007 tarihinde istifa etti. 22 Mayıs 2010 Kurultayında Parti Meclisi üyeliğine yeniden seçildi. Kasım 2010’da MYK üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. 18 Aralık 2010 da yapılan Olağanüstü Kurultay’da Parti Meclisi üyeliğine seçildi.
TBMM’nin 22. Yasama Döneminde Avrupa Akdeniz Parlamenter Asamblesi üyesi oldu ve Asamblenin Ekonomi Komisyonu Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi. 23. Dönemde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA) Türk Grubu üyesi oldu. 24. Dönemde Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (KPK ) ve AB Uyum Komisyonu üyeliğine seçildi.
Oğuz Oyan evli olup şu an ikisi de öğretim üyesi olan iki kız çocuğu babasıdır