Subscribe to Updates
Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.
Yazar: Halil Özen

Hırsın sadece insanı değil, tarihi de kirlettiği bir noktaya geldik. Kemal Kılıçdaroğlu, bugün siyasetteki en dramatik pozisyonda. Artık ne zafer kazanabilir ne de onurlu bir geri çekilme yaşayabilir. Çünkü kendi hikâyesini bir Shakespeare trajedisine çevirdi. Ve bizler, tarihe tanıklık ederken bu acı dersi not ediyoruz: “Taht için ruhunu, yol arkadaşlarını ve halkın güvenini feda eden biri, artık lider değil; sadece trajedinin bir figürüdür.” Mutlaka izleyin! İzlemek İçin Tıklayın! Shakespeare’in Macbeth’i, ne yeri ne de zamanı açısından “eskilerde” kalmış bir masal değildir! iktidar hırsının insan ruhunu nasıl yozlaştırdığının ve sonunda yıkıma nasıl götürdüğünün çarpıcı bir örneğidir. 400 yıl öncesinden günümüzü aydınlatan…
Hayat, bazen en acı derslerini en güvendiğimiz isimler üzerinden verir. Yıllarca süren umutlar, fedakarlıklar, mücadeleler, ödenen bedeller bir anda tarihin tozlu sayfalarına gömülürken, geride sadece “Sen de mi Brütüs?” fısıltıları kalır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık CHP Genel Başkanlığı ve art arda gelen seçim yenilgileri, bu acı dersin en somut örneği olmaya aday. Kemal Kılıçdaroğlu bir zamanlar milyonların gözünde değişimin, dürüstlüğün ve adaletin sembolüydü. Kimimiz O’ Kemal’den bir ‘Ghandi’ çıkarmaya heveslendik; kimimiz de adalet timsali bir lider. Ancak aradan geçen sürede, O’ Kemal’den ikisinin de çıkmadığını ve asla çıkamayacağını bizzat yaşayarak anladık. 13 yıl boyunca kaybedilen her seçimin ardından gelen hüsran…
Fotoğraf: Tuzla, Dodo Restaurant, 29 Mart 2009 İBB Başkan Adaylığı dönemi… Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’ye kayyum atanması konusunda iktidara göz kırptı: “İmamoğlu için yapılan mitingleri doğru bulmuyorum. Hukuki yollardan mücadele edilmeli.”. CHP’nin Dönüm Noktası: İhtirasın Gölgesinden Umudun Şafağına Bir siyasi lider düşünün ki; yıllarca Türkiye’nin en köklü partisinin başında bulunmuş, her seçimde kendisine umut bağlanmış ama sonuçta hep hüsrana neden olmuş. Kemal Kılıçdaroğlu, bugün bir kez daha gündemde. Ancak bu kez ne seçim kazanma umuduyla ne de halkın coşkusunu arkasına alarak. Bu kez iktidarın eliyle açılan bir “kayyum davası” vesilesiyle gündemde. CHP’ye, 30 Haziran’da görülecek davada bir kayyum atanırsa, Kılıçdaroğlu yeniden…
16 Haziran 1970 günü Tuzla Porselen Fabrikası işçileri, fabrika önünde toplanıp E-5 Karayolu üzerinden Kartal yönüne doğru yürüyüşe geçerken. O işçilerden biri de Keramik-İş Sendikası Kurucu Genel Başkanı babam Yalçın Özen. 1970 yılının 15-16 Haziran günleri, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük kitlesel direnişlerinden birine sahne oldu. Hükümetin sendikaların yetkilerini kısıtlayan yasal değişiklikleri karşısında, İstanbul ve Kocaeli başta olmak üzere 170’i aşkın fabrikadan on binlerce işçi sokaklara döküldü. “DİSK kapatılamaz!”, “Anayasal hakkımız gaspedilemez!” sloganlarıyla üretimi durdurarak kent merkezlerine yürüdüler. Tuzla Porselen Fabrikası İşçilerinin 15-16 Haziran’daki Rolü… 15 Haziran sabahı başlayan barışçıl işçi yürüyüşleri, ikinci gün çatışmalı hale geldi; 4 kişi…
düş değil bu hayal değil he hey be heyyetmişbin dev işçim kalktı yürüdü.kokuşmuş düzene sahip çıkanınalnın çatına baktı yürüdü yürüdü yürüdü…. yeter demek için patron kârına he hey be heydev adımlar selam yazdı yarına he hey be heyişbaşından cadde ortalarınakükreyen sel gibi aktıyürüdü yürüdü yürüdüyürüdü yürüdü yürüdü çıplak ayaklısı, yanık döşlüsü he hey be heyişten atılmışı, keser dişlisi he hey be heysakatı, hastası, genci, yaşlısı yaşlısı yaşlısıevinden dışarı çıktıyürüdü yürüdü yürüdüyürüdü yürüdü yürüdü o barış yerine kavgayı seçen,alnının terini su diye içen,kıyıda köşede eline geçendemiri iki kat büktüyürüdü yürüdü yürüdüyürüdü yürüdü yürüdü Âşık İhsani Haziran’da Sokağa İnen Onur Türkiye İşçi…
Tuzla Porselen Fabrikası işçileri…Fabrika binası önünden topluca E-5’e; Kartal’a doğru hareket ederken! ( Kısa kollu beyaz gömlekli olan, Keramik – İş Sendikası Kurucu Genel Başkanı babam Yalçın Özen) 1970 yılının Haziran ayı, Türkiye işçi sınıfı tarihine kazınmış bir direnişin adıdır. Bugün hâlâ konuşuluyor, çünkü bu iki günde sadece grev yapılmadı, yalnızca sloganlar atılmadı. Anayasa, demokrasi ve emeğin onuru için on binlerce işçi İstanbul sokaklarına aktı. 1960’lı yıllar Türkiye’de sendikal hakların geliştiği bir dönemdi. Özellikle Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) gibi sol oluşumlar emekçi kesimler için güçlü hak savunucuları haline gelmişti. Ancak 1970 yılında hükümet, sendikal…
14/Nisan/1987, Aksaray’dan Beyazıt’a… 19/Mart/2025, Beyazıt’tan Aksaray’a oradan Saraçhane’ye Köklerimiz; Bir Çınar’ın Kökleri, Çok Derinlerde! İstanbul Üniversitesi ve Beyazıt Meydanı demokrasi mücadelesi tarihinde özel bir yere sahiptir. Nazım Hikmet ve Enver Gökçe’nin şiirini de yazdığı, polis kurşunu ile öldürülen Turan Emeksiz, o günün diktatörlük heveslisi Demokrat Parti Hükümeti tarafından kurulan, muhalefet ve basının faaliyetlerinin tahkik edilmesini amaçlayan komisyona karşı mücadelesini burada başlatmıştı. Turan emeksiz ve arkadaşları burada direndi. Burada şehit düştü. Nazım Turan Emeksiz için yazdığı ‘Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü’ şiirinde : “vurdular/ kurşun yarası / kızıl karanfil gibi açmış alnında / İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda./ Bir ölü yatacak / toprağa şıp şıp…
Tüm CHP’li belediyeleri bekleyen görev! Geçtiğimiz günlerde Çatalca Belediye Meclisi tarafından alınan kararla, sanatıyla milyonların kalbine dokunan, duruşuyla her zaman saygı uyandıran ve genç yaşta kaybettiğimiz sanatçı Volkan Konak’ın isminin bir caddeye verilmesi büyük yankı uyandırdı. Bu ismin Volkan Konak için “gebermiş” diyen hocanın çalıştığı müftülük binasının bulunduğu caddeye verilmesi kamuoyunun ayrıca takdirini topladı. Yapılan açıklamada: “kıymetli sanatçımız Volkan Konak’ın ismini Çatalca’mızda yaşatacağız. İlçemize hayırlı olmasını diliyor, tüm meclis üyelerimize teşekkür ediyoruz.” denildi. Çatalca Belediyesi Meclisi’nin aldığı bu karar; CHP’li diğer belediyeleri sorgulama zamanının geldiği gerçeğini de ortaya koydu. Özellikle uzun yıllar AKP yönetiminde kalıp, daha sonra CHP’ye geçen belediyeler,…
Leman Teyze yaptığı bir röportajında: “Ankara girişinde önümüzü çevirdiler, coplandık, gençler gözaltına alındı.”, Didar Şensoy’un ise (o gün meclisin önünde, ölümünden hemen önce): ” Meclise giderken gözaltına alınan çocuklarım ve gazeteciler serbest bırakılmazsa benim buradan ölüm çıkar.” diyerek sözünü ettikleri ‘gençlerden’, ‘çocuklarından’ biri de bendim. O yürüyüş de, İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği ‘Cezaevleri ile Dayanışma Yürüyüşü” idi. 12 Eylül Darbesi’nin hemen öncesi 1980’de, Haydarpaşa Lisesini bitirmiş; o muhatarılı günlerden sağ salim çıkarak Adalet Yüksek Okulu’na ‘girebilmiş’, orayı bitirdikten sonra da Marmara Üniversitesi Tarih bölümünü kazanmıştım. O yıllarda, Marmara Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci derneği temsilcisiydim. Cerrahpaşa Tıp ve İstanbul Edebiyat’ta okuyan Gökhan,…
Çağdaş Tuzla Gazetesi / Halil Özen Hicran’ın ölüm haberini Gazete Duvar’dan arkadaşım Sadık Güleç’den aldım. Hicran’la en son O, Yurt ve Aydınlık gazetelerinde çalışırken görüşüyorduk. Sonrasında irtibatımız kesildi. Ben de kendi derdime düştüğümden, dış dünyayla bağımı tümden koparmıştım. Bir kaç ay önce Çağdaş Tuzlayı yeniden yayınlama kararı verdiğimizde, Hicran’a ulaşmaya çalışmış ama başaramamıştım. Ne telefon ne de mail adresleri üzerinden… Hicran’ın ölüm haberi derinden üzdü beni. Henüz çok gençti. Ve arkasında bıraktığı kızı VEDA vardı. Yüzü, ailesinden yana zaten hiç gülmemişti. Şimdi de kızını arkada bırakıp hepimizle vedalaşıyordu. 2007 yılıydı. Tersanelerdeki iş cinayetlerinin katliama dönüştüğü günlerdi. Patronların gözünü kar hırsı bürümüş,…