Mecliste Adalet Bakanlığı bütçesine dair basın açıklaması gerçekleştiren TİP Milletvekili Ahmet Şık, “İnsan hakları kavramı neyi gerektiriyorsa Adalet Bakanlığı bunun tam tersini temsil ediyor” dedi.
Meclis Genel Kurulu’nda, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi’nin görüşmeleri sürüyor.
TBMM Genel Kurulunda Adalet Bakanlığının bütçesi görüşülürken basın toplantısı düzenleyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık, “Memlekette yolsuzluk, yağma ve talan rejimi hüküm sürdüğü müddetçe Saray rejiminden halk yararına bir bütçe çıkmaz. Bu iktidar yoksulluğa, yokluğa, yoksunluğa herhangi bir çare üretemez” dedi.
“Memlekette yolsuzluk, yağma ve talan rejimi hüküm sürdüğü müddetçe Saray rejiminden halk yararına bir bütçe çıkmaz” diyen Şık, “Bu iktidar yoksulluğa, yokluğa, yoksunluğa herhangi bir çare üretemez. Yoksulluğa her türlü yolsuzlukla sebep olanların derdi yoksulluğu gidermek değil sürdürülebilir yağma düzeniyle çalıp çırpmaya devam etmektir” ifadelerini kullandı.
Ahmet Şık’ın açıklamaları şöyle:
“Bu yılın bütçe görüşmeleri sırasında bu basın toplantılarını biraz daha sık yapacağız. Meclis yapısı itibariyle çoğulculuğa değil çoğunlukçuluğa dayalı olmasının yanı sıra iç tüzüğünün anti demokratik yapısı nedeniyle grubu olmayan partilerin temsilcilerinin söz hakkı neredeyse yok. Bugüne dek grubu olan muhalefet partilerinin dayanışmasıyla özellikle bütçe görüşmeleri sırasında kürsüden halkın sesini duyurmaya çalışıyorduk. Geçmişte bu dayanışmayı gösteren CHP’nin, yeni genel başkanının katıldığı bir yayında, siyasi tutumuna dönük eleştirel pozisyon takınmamız nedeniyle nezaket sınırlarını da aşan biçimde Meclis kürsüsündeki konuşma haklarımızı bize lütfettiğini ifade etmesi üzerine bu yıl kendilerinden bir söz talebimiz olmadı. Bundan sonra da olmayacak. O yüzden bu yılki bütçe görüşmelerinde, söyleyeceklerimizi basın toplantıları aracılığıyla duyuracağız.
“HALK İRADESİ BİR KEZ DAHA GASP EDİLİYOR”
Bugün 10 Aralık İnsan Hakları günü. Ve Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin gaspı hala kesintisiz devam ediyor. Yaşam hakkına dönük ihlallerin yanı sıra sokak eylemlerinde, gözaltı merkezleri ve hapishanelerde işkence yaygın ve sistematik olarak sürmekte. Kadınlar bir cins kırımın mağduru olarak öldürülmeye devam ediyor. Sokak hayvanları yasal güvenceyle katlediliyor. Sendikal hakları için mücadele eden işçilerin işsiz bırakılması da önlenebilir nedenlerle gerçekleşen iş cinayeleri de cezasızlıkla ödüllendiriliyor.
Avukat Selçuk Kozağaçlı ezilenin, hakkı yenenin savunmasını üstlenmesinin diyeti olarak hala tutuklu. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Osman Kavala İHAM karalarına, Hatay halkının iradesiyle seçtiği millletvekili Can Atalay AYM kararlarına rağmen hapiste tutulmaya devam ediyor. Kayyım atamalarıyla halk iradesi bir kez daha gasp ediliyor. Gazeteciler hapsedilmeye ya da haberleri nedeniyle yargı taciziyle karşılaşmaya devam ederken adına “Etki Ajanlığı Yasası” denilen bir düzenlemeyle Saray iktidarına muhalif herkesin sesinini kısılmasının, hapise konulmasının yolu açılmaya çalışıyor.
“ASGARİ HUKUK NORMLARI KALMADI”
Böyle bir tablonun egemen olduğu bugün, Meclis’te Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmeleri yapılıyor. Adalet Bakanlığı bütçesinin 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelmesi talihsiz bir tesadüf olsa gerek. Çünkü temel hak ve özgürlükleri düzenleyen insan hakları kavramı neyi gerektiriyorsa Adalet Bakanlığı bunun tam tersini temsil ediyor.
Adalet Bakanlığı yurttaşların haklarına ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiş durumda. Çünkü memleketin en sorunlu alanı olan yargı, gücü elinde tutana muhalif herkesi yutan ve yutacak olan bir kara delik haline dönüşmüş durumda. Türkiye’de yargıya dair pek çok şey söyleyebiliriz. Hepsi doğru ya da yanlış çıkabilir. Ancak Türkiye’nin değil hukuk, bir kanun devleti bile olmadığı tespitine hiç kimse itiraz edemez.
Sıradan bir baskı aracı olarak örgütlenmiş bir yargı eliyle kurulu suç düzenine taraf olmayan herkes vatan, millet, dava, bayrak, ezan söylemleriyle terörist ilan edildi. Yurttaşların insan olmaktan kaynaklı temel hak ve özgürlükleri ihtiyaca göre kolaylıkla yok sayılan bir teferruat seviyesine düşürüldü. Hukuk devletinin şartı sadece iktidarı elinde tutanların değil de tüm yurttaşların kendisini güvende hissetmesidir. Eğer bu güven hissi yoksa hukuk devleti de yoktur. Muhalefetin siyasi rakip değil düşman olarak algılandığı ve yargının iktidarın emrinde bu algıya uygun kararlar aldığı, idarenin topyekün bir mobilizasyon içinde davrandığı bir rejimde asgari demokrasi ve hukuk normları da kalmamıştır.
“TÜRKİYE ARTIK YASA DEVLETİ DEĞİL”
Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamamıştı ama son birkaç yıldır artık yasa devleti de değildir. Yasalara ve kurumlara dayanan bir devlet hiç değildir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı siyasi iktidarın temsilcilerinin demagojisinden ibaret olan memlekette, yargıya da iktidara uyumlu hâkim/savcı sınıfı egemen oldu. Sahip oldukları makam ve mevkileri liyakatla değil biat ile elde ettiklerinden yargı bağımsızlığını “hukuktan bağımsız olmak” diye değerlendiren, masumiyet karinesini “hukuktan mahrumiyet karinesine” dönüştüren, emirle soruşturma/dava açıp talimatla karar veren kuklalardan müteşekkül bir hakim/savcı düzeni.
“İKTİDAR YOKSULLUĞA ÇARE ÜRETEMEZ”
Saray Rejiminin bütçe yapma süreçleri de yasa yapma süreçlerinin bir benzeri. Uzlaşma aramayan, müzakere ve istişareye kapalı, belli çıkar gruplarına ve ortaklarına, kişisel menfaat hedeflerine dönük, ısmarlama ve adrese teslim çalışmalar.
O yüzden bu yılın bütçesi için de geçmiştekilerden farklı br şey demeyeceğim: Memlekette yolsuzluk, yağma ve talan rejimi hüküm sürdüğü müddetçe Saray rejiminden halk yararına bir bütçe çıkmaz. Bu iktidar yoksulluğa, yokluğa, yoksunluğa herhangi bir çare üretemez. Yoksulluğa her türlü yolsuzlukla sebep olanların derdi yoksulluğu gidermek değil sürdürülebilir yağma düzeniyle çalıp çırpmaya devam etmektir.
Hal bu iken Meclis Genel Kurulu’nun bütçe görüşmelerinde tanık olacaklarımız yine kayıkçı kavgasından öteye gitmeyecek. Kayıkçı kavgası deyimini ortaya çıkaran hikaye memleket siyasetinin de egemen düzenin de özeti.
Galata Köprüsü inşa edilmemişken İstanbul’da Eminönü – Karaköy arasında yolcu taşımalığı kayıklarla yapılırmış. İşlerin kesat olduğu zamanlarda ise kayıkçılar, kendi aralarında yalandan kavgaya tutuşurmuş. Bağrış çağrış arasında küreklerin birinin inip diğerinin kalktığı ama hiç kimseye isabet etmediği bu düzmece kavga sürerken kayıkçıların önceden anlaştığı yankesiciler de olan biteni izleyen meraklı kalabalığını soyarmış.”