Hazırlayan: Zafer AYDIN
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, 15-16 Haziran bulutsuz bir havada aniden bastıran bir yağmur değildi. Eylem, ‘60’lı yıllar boyunca işçi sınıfının geliştirdiği eylem çizgisinin, deneyiminin, birikiminin örgütlenme becerisinin, özgüvene ve cesarete dayalı mücadele yeteneğinin bir ürünüydü. Sınıfın, işgallerden, grevlerden, direnişlerden öğrendiklerinin geniş bir zeminde ve niteliksel olarak bir üst aşamada açığa çıkmasıydı. Bu yanıyla da 15-16 Haziran sınıfın bir biriktirme eylemiydi.
Direniş, yasaları aşan bir nitelikte, fiili, meşru ve demokratik bir eylem olarak gerçekleşti. Eylemin meşruiyetinin ana kaynağı yapılan haksızlıktı. Demokratik özelliği ise hem sendika yönetiminin hem de tabanın aynı aynı fikirde buluşmalarıyla kendini gösterdi. Eylemin kitleselliği hem meşruiyetine hem de demokratikliğine önemli bir kanıttır.
Eylemin sendikal hak ve özgürlükleri savunma karakteri ön plandaydı. İşçiler “Benim hangi sendikaya üye olacağıma devlet değil, ben karar veririm” diyerek sokakları doldurdular. Bununla birlikte eylem sendikal taleplerin ötesine geçerek siyasal bir nitelik de kazandı. Böylece “Her sınıf mücadelesi siyasal bir mücadeledir” sözü karşılığını buldu.
15-16 Haziran kolektif direniş, iktidar karşıtı tutum ve düzenin sınırlarını zorlayan yönleriyle devrimci bir eylem olarak gerçekleşti.
15-16 Haziran Direnişi metal işçilerinin başını çektiği, bölgesel bir genel grev olarak şekillendi. Üretimi durdurup sokağa çıkan işçiler rejimle, düzenle ihtilafı olan çeşitli toplumsal kesimlerle buluştular. Bu buluşmalarla eylem birleştirici bir özellik kazandı ve sosyal isyan kimliğine büründü. Kadınlar eylemin buz kırıcısı rolünü oynadılar. Barikatların aşılmasında, çatışma anlarında dağılmanın önlenmesinde öncülük kadınlardaydı.
15-16 HAZİRAN KENDİLİĞİNDEN BİR EYLEM DEĞİLDİ
15-16 Haziran, DİSK’in kararı ve yönlendirmesiyle yapıldı. Eylemi örgütleyenler ise işyeri temsilcileri, ünite temsilcileri ve öncü işçilerdi. Belgelerden ve tanık anlatımlarından yola çıkarak eylemlerin önceden planlandığını, örgütsel kanallardan, örgütün yerel mekanizmaları aracılığıyla ve eşgüdümü ile gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Üretimi durdurma, sokağa çıkma, diğer fabrikaların işçileriyle buluşma, gözaltına alınan arkadaşların kurtarılması, sokağa çıkıldığında işçilerin kendini koruyacak tedbirler alması önceden kararlaştırılmış konulardı. Eylemlere de böyle yansıdı.
Hareket aniden ortaya çıkmış gibi görünse bile bir kısmı dolaylı bir kısmı ise doğrudan hazırlıklarla şekillendi. Eylemler için düğmeye DİSK bastı, ancak uygulama becerisi, cesareti ve kararlılığı işçilere aitti. 14 Haziran toplantısında “Her fabrikaya bir genel başkan” sözü ile işyeri temsilcilerine tanınan geniş inisiyatif hakkıyla yerine getirildi. Bu ve benzeri faktörler ışığında bakınca 15-16 Haziran’a kendiliğinden bir eylem değerlendirmesi yapmak çok mümkün değil. Elbette bu çapta bir eylem, planlayanların kararını, öngörüsünü, beklentisini aşar. Nitekim 15-16 Haziran’da da öyle oldu. Yani eylemin kendiliğinden yönleri vardı, buna rağmen 15-16 Haziran kendiliğinden bir eylem olarak değerlendirilemez.
TÜRK-İŞ ÜYESİ İŞÇİLER DE EYLEME KATILDI
Direniş, DİSK’in üye sayısını aşan bir katılımla gerçekleşti. Burada etkili olan birkaç faktörden söz edilebilir: Birincisi, DİSK’in varlığı ile oluşan rekabet ortamından Türk-İş üyesi işçiler de ziyadesiyle yararlanıyordu. İşverenler, çalışanlarının DİSK’e gitmesini önlemenin yolunu işçi haklarında biraz daha cömert davranmakta bulmuştu.
Türk-İş üyeleri rekabetin yarattığı avantajı kaybetmek istemiyorlardı. İkincisi kimi işyerlerinde her ne kadar Türk-İş yetkili görünse dahi, DİSK’in örgütlenmesi ve henüz sonuçlanmamış yetki mücadelesi vardı. Kimi işyerlerinde ise Cevizli Tekel örneğinde olduğu gibi Türk-İş yetkili olmakla birlikte inisiyatif solcu işçilerdeydi. Buna o dönemde gelişkin olan sınıf kardeşliği, sınıf dayanışması gibi ögeleri de eklemek gerekir.
Üçüncüsü ise çalışma ve yaşam alanlarının iç içe geçmesiyle ortaya çıkan sosyal dokuydu. İşçiler ayrı fabrikalarda çalışıyor, ama aynı mahallelerde oturuyor aynı kahveye çıkıyorlardı. Aralarında hemşerilik, akrabalık bağları vardı. Akrabası, arkadaşı, hemşerisi, komşusu kapının önüne gelip eyleme çağrı yaptığında istemese dahi eylemlerde yer aldılar. Zira başka türlü davranmak ciddi bir sosyal baskıya maruz kalmak durumunda bırakacaktı. Bunların yanına eylemlerin birinci günü Haymak Fabrikası’nın tahrip edilmesini de ilave etmeli. Mülkünü, malını koruma korkusu ve kaygısı ilk gün işçilerin çıkışına engel olan patronların ertesi gün kapıları ardına kadar açmasını getirmişti. Ülker Bisküvi Fabrikası sahibi Sabri Ülker’in tavrı bu konudaki örneklerden biridir.
DEVRİMCİ GENÇLERİN EYLEMLERDE ROLÜ
15-16 Haziran direnişinin asli ögesi üretimin durdurulmasıydı. Bunu fabrikalardaki temsilciler ve öncü işçiler sağladı. Sabotaj ihtimaline karşı makinelerin başına nöbetçi bırakıp fabrikaları boşaltanlar da aynı ekiplerdi. Yürüyüş kollarında sorumluluğu da onlar üstlendiler. DİSK üyesi olmayan işyerlerinin boşaltılmasında da çok büyük ölçüde inisiyatifi onlar aldılar.
Devrimci gençler ise 15 Haziran’da daha sınırlı, 16 Haziran’da ise biraz daha organize bir biçimde eylemlere katıldılar. Fabrikaları boşaltıp, sokağa çıkan, yürüyüş kolu oluşturan işçilerin yanında yer aldılar. Eylemi destekleyen bildiriler dağıttılar. İşçilerle slogan attılar, slogan attırdılar. Yürüyüş güzergahlarında tanklarla kurulan barikatların aşılmasında işçilere omuz verdiler. Polis ve askerin saldırısı karşısında işçilerin yanında saf tutup kavgaya giriştiler. Bu nedenle devrimci gençlerin 15-16 Haziran Direnişi sırasında oynadığı rolü destek-dayanışma olarak nitelendirmek doğru olur. Nitekim, Dev-Genç de Kurtuluş Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç, (1965-1971) kitabında devrimci gençlerin eylemlerdeki rolünü “işçilerle omuz omuza dövüşmek” olarak değerlendirmekte. Ötesinde bir değerlendirmeye, görüşme yaptığımız ve eylemlerde sorumluluk üstlenmiş işçiler de “işçi kimliğini, gücünü, aklını itibarsızlaştırma” olarak itiraz ediyorlar.
TİP’İN ROLÜ
Direniş, TİP’in ileride sonu bölünmeye varacak iç geriliminin ortasında patladı. Doğal olarak bu gerilim TİP’in bütünsel tutum almasında bir zaaf yarattı. Buna rağmen TİP’in içindeki farklı kanatlar (hem Sosyalist Devrimciler hem de Milli Demokratik Devrimciler) var güçleriyle işçi direnişine destek oldular. Sokakta işçilerin yanında yer aldılar. TİP hem Meclis’te hem de Senato’da yasaya karşı etkili bir muhalefet yürüttü. Yasal düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşıyarak iptalini sağladı. TİP’lilerin eylemlerdeki rolünden söz ederken örgütsel etkisinin üzerinde kültürel ve politik bir etkiden söz etmek gerekiyor. TİP’in kurucularından bazılarının DİSK’in de kurucusu olması, DİSK ve üye sendikaların yöneticileri içinde ve işyeri temsilcileri arasında TİP’lilerin varlığı bu etkinin oluşmasını sağlamıştı.
EYLEMLERE KATILAN İŞÇİLERİN POLİTİK GÖRÜŞLERİ NEYDİ?
15-16 Haziran Direnişi’nden 9 ay önce, 1969 yılı Ekim ayında yapılan seçimlerde Adalet Partisi birinci olarak çıkmıştı. Eylemin iki kentinden İstanbul’da oyların yüzde 47,8’ini, Kocaeli’de ise yüzde 52,3’ünü almıştı. Seçimden önce İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden akademisyenlerin 780 bin kişilik işçi topluluğu arasında örneklem yoluyla yaptığı “İşçiler kime neden oy veriyorlar?” araştırmasının sonuçlarına göre de Adalet Partisi işçilerin yüzde 35 oranında oy vereceği birinci parti olarak çıkmıştı. Aynı araştırmada işçiler, ülkede yaşanan sorunların çözümünde de Adalet Partisi’ni ilk sıraya yerleştirmişti. Ancak Adalet Partisi’ne oy veren, destekleyen işçiler de Hükümet ekmeğine, sendikasına el uzattığında ona karşı sınıfsal tepkisiyle eyleme geçmekte tereddüt etmedi.
EYLEMLER KİMİ NASIL ETKİLEDİ?
Bir işçi direnişinin ötesine geçen özellikleriyle 15-16 Haziran, devletten topluma, siyasetten sendikal harekete kadar geniş bir yelpazede yer alan aktörler üzerinde doğrudan ya da dolaylı bir dizi etkiye ve değişime yol açtı. İşçi sınıfının toplumsal mücadelede gücü ve rol oynama kapasitesi belirgin hale gelince deyim yerindeyse kartlar yeniden dağıtıldı. Sendikal harekette DİSK’in varlığı daha fazla anlam kazanırken umudunu DİSK’i ortadan kaldıracak yasal değişikliğe bağlayan Türk-İş’in sendikal anlayışı kendi içinde de sorgulanır hale geldi.
Türk-İş içinde ortaya çıkan muhalefet önce Türk-İş içinde etkili olmaya çalıştı. İstediği sonucu elde edememesiyle de bir bölümü ayrılarak ileriki yıllarda DİSK’e katıldı. Katılanlar arasında Abdullah Baştürk ve sendikası Genel-İş de vardı. Öte yandan 15-16 Haziran’ı takiben işçileri “komünistlerin etkisinden kurtaracak” bir örgütlenme niyetiyle Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) kuruldu. Sağcı basın aralarında Koç’un da olduğu sermayedarlara seslenerek işyerlerinde mescit açılmasını, işçilerin namaz kılmaya teşvik edilmesini, İslamcı yazarlarla fabrikalarda söyleşiler düzenlenmesini istedi.
Sermaye de eylemleri endişe ve korku ile karşıladı. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bir yandan devletten yasal yaptırımlar talep ederken üyelerine de eylemlerde geçen süreler için ücret ödemeyerek yeni eylemleri teşvik edici olmamaları çağrısını yaptı. Ordu ise hem kendisine vehmedilen devletin sahibi kimliği hem de Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ile kazandığı sermayedar vasfı nedeniyle işçi direnişinden ürktü. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın meşhur ifadesiyle “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi aşmıştı.” 12 Mart müdahalesi de bu gelişmeye ket vurmak üzere, egemen blokun hamlesi olarak gerçekleşti.
CHP ise 15-16 Haziran’dan en çok etkilenen parti oldu. Yasal düzenlemeyi Meclis’e taşıyan, komisyonlarda ve Genel Kurul’da düzenlemenin lehine oy veren CHP, 17-22 Haziran 1970 tarihleri arasında Parti Meclisi’ni toplayarak, görüşünü değiştirdi. Senato’da yapılan oylamada Meclis’te lehine oy verdiği düzenlemenin aleyhinde oy verdi. 1317 sayılı Kanun’un iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. 15-16 Haziran CHP için bir toplumsal güç olarak işçi sınıfının keşfi anlamına geliyordu. TİP’in varlığı nasıl ki CHP’ye ortanın solu kavramını armağan etmişse 15-16 Haziran da sınıfa ve sosyal politikalara yöneliminde bir eşik oldu. CHP’nin gerek sosyal kimliklere seslenme siyasetinde gerekse sendikal harekete dönük bir perspektif oluşturmasında 15-16 Haziran’ın inkar edilemez bir etkisi oldu.
15-16 Haziran sosyalist solda ise işçi sınıfına dair o güne kadarki bilgiyi büyük ölçüde değiştirdi. Direnişle işçi sınıfının varlığını ve gücünü ortaya koyması sosyalist solda, işçi sınıfının rolü üzerine sürdürülen strateji tartışmalarına fiili bir yanıt oldu. Sınıfın gücünün değiştirici dönüştürücü misyonunun fark edilmesi -hemen olmasa bile 12 Mart sonrasında- sosyalist solda yeni örgütlenmelerin dayanağı haline geldi. Bununla birlikte sosyalist solun 15-16 Haziran’ı zengin bir deneyim olarak değerlendirdiğini, kavradığını, yürüyüşüne yön verecek bir perspektif içinde ele aldığını söyleyemeyiz.
Sonuç olarak diyebiliriz ki 15-16 Haziran işgal, direniş, grevlerle gelişen mücadele çizgisinin devamı ve üst aşamasıydı. Sendikal hareketin yukarıdan biçimlendirme, vesayet altına alma çabalarına karşı aşağıdan verilmiş bir tepkiydi. 15-16 Haziran sınıfa güvenen, harekete geçme cesareti ve özgüvenine sahip, bedel ödemeyi göze alan kadroların varlığı ve öncülüğüyle hayata geçti. Radikal, militan bir biçimde sendika seçme özgürlüğünü savunan işçiler hem yasaya geçit vermedi, hem de DİSK’in yolunu kesme çabalarını boşa çıkardı. Bu yanlarıyla da 15-16 Haziran başarıyla sonuçlanmış bir eylem özelliği kazandı. Eylemin başarısı daha sonraki yıllarda işçi hareketinin gelişmesinde, eylemlerinde, direnişlerinde önemli bir esin kaynağı oldu.
Yaşanan bütün değişime, olumsuzluklara, alt-üst olmalara rağmen ne 15-16 Haziran tarihte kaldı ne işçi sınıfının gücü, kolektif eylem becerisi, militanlaşma potansiyeli ortadan kalktı.
15-16 Haziran Direnişi bugün de hakların nasıl korunacağı, nasıl kazanılacağı, sendikal mücadelenin nasıl bir perspektif içinde ele alınacağına dair önemli bir örnek olma ve ilham verme özelliğini koruyor. Şunu da vurgulamak gerekir ki; 15-16 Haziran’ın toplumun, işçi sınıfının kolektif bilincinde anlam ve önem kazanması, hatırlama ögesi olarak anılmasından çok, bir öğrenme kaynağı olarak ele alınmasıyla mümkün olacaktır.
YAZI DİZİSİ BİTTİ.
*****

Zafer AYDIN KİMDİR?
1963 Kars doğumlu. İlkokulu Kars’ta, ortaöğretimini İstanbul’da tamamladı.Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Yayıncılık ve sendika dergilerinde editörlük yaptı. 25 yılı aşkın bir süre, Kristal-İş Sendikası’nda eğitim uzmanı olarak çalıştı. Birgün, Radikal, Cumhuriyet gazeteleri ile çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yazıları yayınlandı. Yaşam Radyo’da, üç yıl kadar “İşbaşı” adlı programı hazırlayıp sundu. Artı TV’de “Emek ve Hayat” adlı programla kısa bir televizyonculuk tecrübesi yaşadı.
Yayınlanmış kitapları:
Mektepten Sokağa Liseli Gençlik, İlerici Liseliler Derneği (İLD) 1977-1980 (Sosyal Tarih Yayınları, 2023)
’68’in İşçileri (Ayrıntı Yayınları, 2021)
İşçilerin Haziranı ( Ayrıntı Yayınları, 2020)
Grevden İşgale Singer Eylemleri 1964-1967-1969 (Sosyal Tarih Yayınları, 2015)
Geleceğe Yazılmış Mektup 1968 Derby İşgali (Sosyal Tarih Yayınları, 2012)
“Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü Kavel 1963 (Sosyal Tarih Yayınları, 2010)
Forum mu Yapsak Yoksa Devrim mi (Versus, 2008)
Sollamalar (Aykırı Yayınları, 2006)
Aziz Çelik ile birlikte,
Paşabahçe 1966, Gelenek Yaratan Grev (TÜSTAV, 2006)
Temel Sendikal Bilgiler (Kristal-İş, 2006)
Küreselleşme ve Sendikal Hareket (Kristal-İş,1997)
Belgesel Filmler “Çoban Ateşlerinin Yandığı Yerde Kavel’de” Melih Biçer ile birlikte (2016) “İşçilerin Haziranı” Cihangir Köse ve Nesrin Uçar ile birlikte (2023)
Gazetemiz yazarlarından Zafer Aydın’ın, 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin yıldönümü nedeniyle Birgün Gazetesi için hazırladığı yazı dizisinin “2. Gün’ü” yayınlıyoruz.