CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

‘Ümit Gemisi ile, Selanikten Tuzla’ya kanaat önderi Molla Ali Kılıç’ın önderliğinde 1500 aile, Tuzla’ya geldi.’

(Not; Molla Ali Kılıç, bu satırları yazan ben Halil Özen’in dedesidir.)

Selanikten Tuzla’ya Mübadele’nin 101. yılında…

Mübadelenin 80. yılında gazetemiz çıkarken ilk sayılarda yaptığımız yayınlardan bazıları…

(Çağdaş Tuzla Arşivinden)

Her savaş kendi “mübadillerini” yaratır. Ülkeler el değiştirdikçe herkes “kendi topraklarına” biraz daha yakın olmak ister. Yollara düşülür. Geride bırakılan bazen kırk yıllık komşular, bazen yıllar boyunca ekilmiş mülkler, bazen korkular genellikle de hepsidir. Yollara düşülür. Kendi evleri “düşmanın” elinde kalmıştır artık. Anavatanla yaşadıkları emin büyük umuttur.

Mübadele çocukları benzer öykülerle büyümüştür. “Oralarda” bırakılan çiftlikler, çuvalların içine sığan bebekler, at arabalarının tekerleklerinin içine sıkıştırılan bir avuç altın, yollarda kaybolan eşyalar, parçalanan aileler… Sonra gelinen yerlerde yeniden, en başta kurulmaya çalışılan hayatlar.

30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın bir eki olan “Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi” 80 yaşında. 80 koca yıl geçmiş o sancılı sürecin üstünden.

Bilindiği gibi I. Balkan Savaşı’ndan itibaren Balkanlar’da çeşitli nedenlerle Anadolu’ya büyük göçler yaşanmıştır. Ancak bu göçlerin en büyüğü Lozan Antlaşması’yla olmuştur.

Anadolu’dan ise Balkanlar ve Adalar’a kitlesel bir göç olmamış, bu nedenle 1923 mübadelesiyle birlikte Yunanistan’a giden Türk ve Müslüman nüfus yerel kaynaklara göre 600 bin olarak kayıtlara geçmiştir. Yunan Rumları Yunanistan’a gitmiştir.

Yunanistan’dan ise aynı şekilde 1,2 milyon Ortodoks Rum Türkiye’ye gelmiş ve Anadolu’daki Müslümanlarla yer değiştirmişlerdir. Bu sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yerleşilen yerler dışında mübadele yapılmamış, zorunlu göçler 1912’den itibaren yaşanmış ancak Lozan Anlaşması ile bir son bulmuştur.

Mübadele kapsamında Anadolu ve Trakya’dan Rumeli ve Adalar’a göç edenlerin sayısı: 1.200.000, Rumeli ve Adalar’dan Anadolu ve Trakya’ya göç edenlerin sayısı ise 600.000 kişi civarındadır. Rakamlar kesin olarak bilinmemekle birlikte bu göçten Tuzla’nın 70’e yakın ailesinin etkilendiği söylenir; göç edenler; gittikleri yerlere bilgi birikimlerini, kültürel birikimlerini de, estetik, folklorik ve bilimsel değerlerini de beraberinde götürmüşlerdir. Bu değerler arasında göç edenlerin edindikleri ekonomik alışkanlıklar, sanatsal birikimler ve bilgi de büyük bir yer tutar.

Sadece gidenlerin değil gelenlerin de yarattığı bu değişim, bugüne dek hem Türkiye hem de Yunanistan’ın tarihsel gelişiminde önemli bir yer tutmuştur.

Mübadele ile karşı karşıya kalan halkların en önemli taleplerinden biri; 1992 Kıbrıs Depremi ve 7 Eylül 1999 Atina Depremi’nde bizlere sağlansa da, bilimsel işbirliği gerektirmektedir.

Yunanistan ve Türkiye’de halklar, süreçte mübadele sonrası ortak bir paylaşımı oluşturmuşlar ve kültürel değerlerini paylaşarak bu zorunlu göçlerin insanları olarak tarihte yerlerini almışlardır.

Selanik’ten Tuzla’ya göç hikayeleri

Her savaş kendi “mübadillerini” yaratır. Ülkeler el değiştirdikçe herkes “kendi topraklarına” biraz daha yakın olmak ister. Yollara düşülür. Geride bırakılan bazen kırk yıllık komşular, bazen yıllar boyunca ekilmiş mülkler, bazen korkular genellikle de hepsidir. Yollara düşülür. Kendi evleri “düşmanın” elinde kalmıştır artık. Anavatana ulaşmak en büyük umut olur ya da vatandan kopmak en büyük hüzün… Vatan neresi? Bazen birbirine karışır hepsi.

Mübadele çocukları benzer öykülerle büyümüştür. “Oralarda” bırakılan çiftlikler, çuvalların içine sığan bebekler, at arabalarının tekerleklerinin içine sıkıştırılan bir avuç altın, yollarda kaybedilen yakınlar, parçalanan aileler ve en başta kurulmaya çalışılan hayatlar…

Böyle başlamıştır ve sürmüştür mübadeleyle anlatmaya. Şimdi siz mübadillerden, O acıyı, zorluğu ve korkuyu yaşayan insanlardan. Köklerini, hayatlarını bırakıp geldikleri yerlerde karşılaştıklarından, yeniden hayata başlarken yaşanan “göçmenlerin” öykülerinden.

“Ayrılık…
Turuncu pabucunu çıkarırsın ayağından, yıllarca giymek istediğin toprağın rüzgârını teninde hissedersin.”
Böyle başlamış ve sürmüştür, devam etmiştir. Köklerinden kopmuş insanların anlatıları hep böyledir.

Köye ve suyuna özlem
Topraklarından koparılan insanların hüznünü yaşayanlardan Mustafa Durmaz, 1909 yılında Selanik’in Kılkış kazası Sevindik köyünde doğmuş. Durmaz, söze “150 hanelik köyümüzü o günlerde yaşayanların çoğu terk etti. Sevindik’ten hiç çıkmayanlar köyde kaldı. Sonra hepimiz yerleştik. Biz de yeniden başladık. Herkesin geçmişini özlediğini görüyorum. Ama suyu, köyü, köylüyü de özlüyoruz” diyerek başlıyor. O köye özlem duyanların hâlâ orada yaşadığına inanıyorum.

“Hasret ne yana düşer, sıla ne yana…”
Hâzım Nalbant:
Tuzla’ya taşınanların büyük bir kısmı Selanik’ten gelenlerdi. O sırada kardeş, hala herkes Tuzla’ya yerleşti. Ama hayat bize birçok şeyi öğretti. Hemşerim olan Selanik’in köyünde geçen çocukluğumuzu, insanları unutamıyorum. Bizim ailemiz de Tuzla’ya 1924 yılında geldi. O tarihte hepimiz heyecan içindeydik. Sonra büyüdük, çalıştık ve hayatta kaldık. Hâzım Nalbant 92 yaşında. Selanik’ten Tuzla’ya geldiklerinde köydeki Rumlarla iyi ilişkiler geliştirdiklerini anlatıyor.

“Sevindik aklımdan çıkmıyor”
Mübadele anıları hâlâ yaşayanlar arasında konuşulanlar arasında. Hasan Güloğlu, Tuzla’nın ilk mübadillerinden biri. Sevindik köyündeki Rumlar arasında çok iyi ilişkiler kurduklarını, anılarını hâlâ unutamadığını söylüyor.

Selanik’ten Tuzla’ya Göç Hikayeleri

Mübadil çocukları benzer öykülerle büyümüştür. “Oralarda” bırakılan çiftlikler, çuvalların içine saklanan bebekler, araba tekerleklerinin içine sıkıştırılan bir avuç altın, yollarda kaybedilen yakınlar, parçalanan aileler… Sonra gelinen yerde yeniden, en baştan kurulmaya çalışılan hayatlar…

Böyle başlamıştık mübadeleyi ve mübadilleri anlatmaya. Köklerini, hayatlarını bırakıp geldikleri anavatanda başlarda pek de “hoş” karşılanmayan, yeniden, yeniden başlamak zorunda kalan “göçmenlerin” öykülerine devam ediyoruz.

Ah, bir giden olsa…

Mübadele vurgununu altı yaşında bir çocukken yiyen Selanik’in Sevindik Köyü’nden Huri Sevim’in anlattıkları da şunlar:

“Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen babam Mustafa, Mustafa Kemal’in mektep arkadaşıymış. Mübadele başladığında aileden altı kişi at ve öküz arabalarıyla yola çıktık. Yanımıza ancak sekiz on kap kacak, bir sandık da giyecek eşya alabildik. Önce Selanik’te bir hana yerleştik. Sevindik, Kılkış, Sarıdoğan ve Sarıgöl’den gelenler hep o handa toplandı.

Meğer arkadaşım Nevzat’ın babası ölmüş, o yüzden kalkmamış gemi. Nihayet yola çıktık. Çanakkale’yi bir zar zor geçtiğimizi hatırlıyorum. Tuzla’ya inince yola çıkarken alabildiğimiz eşyalar ilişivermiş.

Karantina’da geçen yedi gün sonunda o zamanlar Topçu Okulu olan şimdiki Piyade Okulu’nun yerine çadırlara yerleştirdiler bizi, Mustafa Kemal emretti, orada ekmek verdiler, sabun verdiler. Tuzla’da ilk yıllarımız çok zor geçti. Zamanla alıştık. Benimle giden olsa Selanik’e gideceğim. Köyümü özlüyorum, köyüme bir kere gidebilsem, Selanik’e bir kere gidebilsem öldüğüme yanmam.’’

1924 yılında doğup büyüdüğü topraklara veda ederek sıkıntılı bir gemi yolculuğundan sonra Tuzla’ya, ayak basan Ali Eren, o günleri anlatırken zaman zaman duygulandı. “Üç kişilik bir aileydik Sevindik’in zengin sayılabilecek ailelerindenmişiz.”

Ağlatan buluşma

Ve bir gün doğup büyüdüğümüz topraklara veda ederek yeni vatana gitmek üzere Sevindik’ten ayrıldık. Tuzla’da hükümet bize iki katlı bir Rum evi verdi.

Oraya yerleştik. 25 yıl kadar önceydi. Bir gün Yunanistan’dan turist kafilesi geldi Tuzla’ya. Bizim evi de görmek istediler. Misafirleri buyur ettik. Meğer konuklardan biri bizim evde doğmuş.

Türkçe konuşuyoruz. Evi gezmek istediler. Bir odanın önüne geldiğimizde ‘Bu odaya girebilir miyim?’ diye izin istedi. Meğer o oda papaz olan babasının odasıymış ve o odaya hiç kimse giremezmiş. Kadın odaya girdiği zaman o kadar duygulandı ki, ağlamaya başladı. Evinizde güle güle oturun dedi.          

Peki, vatan neresi Ali Eren için?
“Vatan bizim için burası. Ben Sevindik’i özlemiyorum. Bazı arkadaşlar gidelim diyor ama benim için orası ha Yunanistan, ha Fransa. Oraya bir özlem duymuyorum.

İki altına bir çürük elma

1917 yılında Sevindik’te doğan Demirali Başlıoğlu’nun mübadeleye tanıklığı da şöyle:

“Köy hayatı nasılsa, Sevindik’te öyle geçti çocukluğum. Ailemiz anne, baba, altı kardeş, teyze ve hala on kişiydi. Buraya onumuz da geldik. Biz de çiftlik ve hayvancılıkla geçiniyorduk. Rumlar Sevindik’e gelince mübadele olacağını anladık.

Tuzla’ya geldiğimizde bizi filikalarla karantinaya çıkardılar. Orada bir ay kaldık. Ondan sonra istasyon civarında ‘küçük alay’ denilen yerde de bir zaman kaldık. Bizi Türkiye’ye Atatürk getirdi. Atatürk bize çok yardım etti.

Her haneye bir öküz verdi, saban verdi, tohum verdi, ev ve nüfus başına iki dönüm arazi verdi. Tuzla’ya gelince rençperlik yaptı babam. Sevindik’ten yola çıkarken annem ve babam biraz para da getirmiş. Ama paranın hükmü yoktu. Burada bir çürük elmayı iki altına aldım. Önceleri çok zorluk çektik. Ama zamanla alıştık. 12-13 yaşlarındayken Atatürk’ü İçmeler’de gördüm.

Bizi, ‘Askerlerim, yavrularım’ diye sevdi. Aşağı yukarı 60-70 çocuk vardır. Bize 25’er kuruş verdi. Macuncu Mahmut Ağa o sırada oradaydı. Biz çocukları gürültü etmememiz için uyardı. Atatürk’ü orada bir kaç defa daha gördüm.”

Peki Demirali Başlıoğlu için vatan neresi ?

İşte sorunun yanıtı: “Benim için vatan burası. Ama rahmetli babam ölünceye kadar hep Sevindik’i andı.”

Yola çıkış
Mübadele haberini alınca sevinmiş Sevindikliler. Tabi Ramazan Eser’in ailesi de. Selanik’e doğru beygir arabalarıyla yola çıkılmış. Eser şöyle konuştu:

“Selanik İzmir’e benziyordu.

Tuzla’ya inince Karantina’dan geçtik. Şimdiki Piyade Okulu’nun lojmanlarının olduğu yerde misafirhaneler vardı, orada kaldık. Kız kardeşim Bahriye o misafirhanede öldü. Burada çok insan öldü. Günde dört cenazenin kalktığını hatırlıyorum.

Ailemize üç odalı iki katlı bir ev verdiler. Evleri, arazileri bir heyet dağıttı. Heyetin başında Kantarcı lâkaplı biri vardı. Arazi olarak nüfus başına üçer dönüm verdiler. Verilenler Sevindik’teki mal varlığımızı karşılamadı. Mübadillik zor. Orada da burada da zor günler geçirdik. Tuzla’ya 1924 yılının sonbaharında geldik, zeytinler kararmıştı.”

Ramazan Eser bunca yıldır, doğduğu yeri hiç özlememiş. Bu röportajın son sözleri başkalarının özlemiyle ilgili. O özlemin tanığı yine Ramazan Eser:
“Tuzla’ya eskiden, buradan giden Rumlar çok sık geliyordu. Doğup büyüdükleri evleri geziyor, hasret gideriyorlardı…”

“Yeni Türkiye”ye doğru
1914 yılında Sevindik’te doğan Salih Düzdür yedi kişilik ailesiyle aynı kalabalık gemide o zor yolculukla Tuzla’ya geldiklerinde 1924 sonbaharıymış. “Yolculuk iki gün sürdü. Çok zor geçen yolculuk sırasında ölenler oldu.”

Ölüleri denize attılar. Gemi çok kalabalıktı. 1924 yılının sonbaharında yeni kurulmuş cumhuriyete, yeni Türkiye’ye geldik. Bizi buraya Atatürk getirdi. diyor Salih Düzdür o günleri anlatırken.

Tuzla yeni vatandır artık Salih Düzdür ve ailesi için. Düzdür anlatıyor:

“Burada verilen arazi Selanik’teki arazilerimizi karşılamadı. Bize verilen mallar zamanla satıldı.Burada da rençperlik yaptık.Rumlardan kalan çok bağ vardı. Rumlar öylece bırakıp gitmişler. O bağlar kökünden söküldü. Tuzla’nın yerlileri kötü adam değillerdi. Bize pek hor bakmadılar.

Sevindik’teki hayatımız çok güzeldi. Şimdi burada kimse kimseyi tanımıyor. Köyümüzün ihtiyarları birer birer öldü. Gençlerde iş yok. Bugünün gençleri, bırakın bizlerle konuşmayı selam bile vermiyor. Köyüm Sevindik’i özlediğim oluyor. Orası da vatanım, burası da… Eskisi gibi olsam Sevindik’e giderdim. Ne de olsa eski vatanım orası.’

Selanik’ten Tuzla’ya uzanan göç öyküleri böyle… Sonra, “göçmenler” “yerli” olmuş Tuzla’da; sonra gelenler “göçmen”.

Kim göçmen? Kim yerli? Kuşaklar karışmış birbirine. Karışmaya devam etmekte. “Selanikliyim”, “İzmirliyim”, “Bingöllüyüm”, “Orduluyum” yerini “Tuzlalıyım”a bıraktıkça ilçemiz daha güzel, daha mutlu olacak. Kimbilir…?

Dedem Molla Ali Kılıç / Selanik Mübadili

Atatürk’ün kızkardeşi Makbule hanımın defalarca dedemin evini ziyaret etttiği, Tuzlalı tanıkların ve aile büyüklerimin anlatımı ile bizlere aktarılmıştır.

Hayatı boyunca Atatürkçü ve CHP’li olan dedem Molla Ali KILIÇ ve sonrasında oğlu, 1973 – 1980 yılları arasında CHP Tuzla Belediye Başkanı olan dayım AHMET KILIÇ, 12 Eylül Faşist Askeri Darbesi ile görevden alınan belediye başkanları içindeydi.

Dayım Ahmet Kılıç, Tuzla Piyade Okulu’nda işkencelerden de geçmişti. O tarihlerde Piyade Okulu Komutanı, ‘matkap Hakkı’ diye bilinen bir faşist komutan, Ahmet Kılıç, ve pek çok demokrat, yurtsever, sosyalist Tuzlalı’ya işkence yapmış ve yaptırtmıştı.)

Dayım Ahmet Kılıç/CHP’li Eski (73-80 yılları arası) Belediye Başkanı

Exit mobile version