Tuzla Porselen Fabrikası işçileri…Fabrika binası önünden topluca E-5’e; Kartal’a doğru hareket ederken! ( Kısa kollu beyaz gömlekli olan, Keramik – İş Sendikası Kurucu Genel Başkanı babam Yalçın Özen)
1970 yılının Haziran ayı, Türkiye işçi sınıfı tarihine kazınmış bir direnişin adıdır. Bugün hâlâ konuşuluyor, çünkü bu iki günde sadece grev yapılmadı, yalnızca sloganlar atılmadı. Anayasa, demokrasi ve emeğin onuru için on binlerce işçi İstanbul sokaklarına aktı.
1960’lı yıllar Türkiye’de sendikal hakların geliştiği bir dönemdi. Özellikle Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) gibi sol oluşumlar emekçi kesimler için güçlü bir savunucu haline gelmişti. Ancak 1970 yılında hükümet, sendikal özgürlüğü sınırlayan bir yasa değişikliği ile DİSK’in faaliyetlerini neredeyse imkânsız hale getirmeyi hedefledi.
Bu yasal düzenleme, işçilerin DİSK’ten Türk-İş’e zorla geçmesini sağlayacak bir mekanizma oluşturuyordu. Bu, işçilerin öz örgütlenme hakkına doğrudan bir müdahaleydi.
Ve işçiler, bu müdahaleye boyun eğmedi.
15 Haziran sabahı, başta İstanbul ve Kocaeli olmak üzere on binlerce işçi fabrikalardan çıkarak yürüyüşe geçti. Kentin her yanında “DİSK kapatılamaz!”, “Anayasayı çiğnetmeyiz!” sesleri yankılandı. 150’den fazla fabrikadan işçiler birleşti. Sadece sendika değil, halk desteği de büyüktü. Evlerinden çıkanlar alkışladı, su taşıdı, yiyecek verdi.
Ancak işçilere devletin cevabı çok sert oldu.
Sıkıyönetim ilan edildi. Askerler sokaklara indi. Binlerce işçi gözaltına alındı. Direniş iki günde bastırıldı ama etkisi yıllar sürdü. 15-16 Haziran, sendikal mücadelelerin salt ekonomik değil, aynı zamanda anayasal bir hak mücadelesi olduğunu gösterdi. Bu olay, işçi sınıfının kolektif bilinç kazandığında neler başarabileceğini gösteren nadir örneklerden biridir. Olay, devletin sınıfsal tarafını açıkça gözler önüne serdi; yasalar, her zaman adalet için çıkarılmıyordu.
Bugün Türkiye’de milyonlarca işçi, 1970’teki direnişin yarattığı yasal ve toplumsal kazanımlar sayesinde belli başlı haklara sahip. Ancak bu kazanımların önemli bir kısmı ya törpülendi ya da uygulanmıyor. 15-16 Haziran’ı sadece bir “geçmiş başarı” olarak değil, bugünü anlamak; ve yarını kurmak için bir rehber olarak okumak gerekiyor.
İşçi Sınıfı Kazanımlarından Ne Kaldı, Ne Gitti?
Özellikle 1980 Askeri Darbesi ve sonrasındaki yıllar, büyük hak kayıplarının yaşandığı yıllar oldu. Bugün güvencesiz çalışmanın, taşeron sisteminin, sendikasız işyerlerinin çoğaldığı, grev hakkının kullanılamadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Hak/Kavram | 1970’ten Sonra Kazanım | Bugünkü Durum |
---|---|---|
Sendika seçme özgürlüğü | Güçlü anayasal koruma (12 Eylül’e kadar) | Kağıt üzerinde mevcut; fiili baskılar, işten çıkarmalar yaygın |
Grev hakkı | Anayasal güvence kazandı | Grev yasakları OHAL sonrası arttı; kamu sektöründe neredeyse imkânsız |
Toplu sözleşme | DİSK’in mücadelesiyle genişledi | Yetki barajları, işveren baskısı nedeniyle etkisizleşti |
Örgütlenme hakkı | 1970’te savunuldu | Sendikalaşma oranı %14’ün altında; özel sektörde çok daha düşük |
“Tarih Yapıcı İşçilerin Yasası” Meclis Yolunda…
Nitekim, bu toplumsal gerçekliği ve nesnelliği Emek Partisi saptadı. Genel Başkanı Seyit Aslan’ın katıldığı, Kocaeli Çayırova’da 37 gündür grevde olan Green Transfo fabrikası önünde kampanyaya dair bir basın açıklamasını 30 Ocak 2025’te yaptı. İşçilerin de geniş katılımı ile birlikte, “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” sloganıyla ülke çapında kampanya başlatılmış oldu.
Altı aydır sürdürülen kampanyada on binlerce imza toplandı. Pek çok sendika, sendikacı, aydın, gazeteci ve muhalefetteki siyasi partilerin desteğini alan kampanya, sendikal örgütlenme ve grev hakkı önündeki yasal engellerin kaldırılması ve güvenceli çalışma hakkının sağlanması talebi etrafında çok güçlü ortak bir mücadele hattı oluşturmayı başardı. Kampanya yürütücüleri başta Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel, Milletvekilleri Sevda Karaca ve İskender Bayhan grevdeki ve direnişteki bütün işçilerle insanüstü bir ilişki götürdüler. Türkiye’nin her yerini ziyaret ederek, dayanışarak, onları kampanyanın asli ortakları haline getirdiler. Emek Partili vekiller 15-16 Haziran 1970 İşçi direnişinin yıldönümünde; 16 Haziran’da Meclis’e sunulacak yasa teklifinin sadece yasal bir girişim değil, aynı zamanda fiili mücadelenin bir aracı ve başlangıcı olduğunu vurguluyorlar.
Özellikle genç işçiler için 15-16 Haziran artık sadece bir tarih değil, örgütlenmenin ve dayanışmanın tarihsel önemi hakkında bir hatırlatmadır. Çünkü işçinin tarihini unutması, haklarını da unutması demektir.
Ayrıca 15-16 Haziran 1970, yalnızca işçi sınıfının değil, Türkiye demokrasi tarihinin de kırılma noktalarından biridir. Bu olay bize öğretti ki, halk örgütlü olduğunda sesini sadece duyurmaz; aynı zamanda tarihe yön verir.
*****
Şiirler vardır, ‘tarih yapıcılarının’ hikâyelerini anlatır. Tarih yapıcıları ilham verir şairlere, şiirler yazılır, dilden dile söylenir, nesilden nesile aktarılır. İşçi sınıfının 15-16 Haziran büyük direnişini anlatan şiirler gibi, geçmişi, şanlı mücadeleleri geleceğe taşır. Erol Çankaya’nın Şanlı Haziran şiiri işte bu şiirlerdendir.
Bugün, işçi sınıfının yeniden tarih yazacağı günlere hazırlandığına tanıklık ediyoruz. Antep’te, Urfa’da Kocaeli’de, Ankara’da, İstanbul’da kısacası Türkiyenin her köşesinde özelleştirmelere karşı yürüşler yapılıyor. Haksız işten atılmalara karşı direnişler sürüyor. Yasaklanan grev kararları tanınmıyor. Ülke çapında, “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” sloganıyla on binlerce işçiye ulaşılarak; kampanyalar düzenleniyor. TBMM’de muhalif tüm partilerin desteği alınarak; yasa önerileri veriliyor. İşçi sınıfının o görkemli mücadelesinin, yeni başlangıç günlerine tanıklık ediyoruz. Onun için, Şair Erol Çankaya’nın “Şanlı Haziran” ve onun bir bölümü olan ” İstanbul, sesini kaybeden şehir” isimli şiiri, önemini her zamanki gibi, bugün de koruyor.
İzlemek için tıklayın!