Zafer Aydın
Cumhuriyet ve işçi hakları söz konusu edildiğinde hemen en kadim ezberlerden biri devreye girer: “İşçi hakları yukarıdan verildi ve yukarıdan alındı.” Dillere pelesenk olmuş bu ezberin, seslendiricisi de, alıcısı da epeyce fazladır. Zira geçmişin bilgisine itibar etmeden, işçi sınıfı hareketinin gelişme çizgisine bakmadan, darbelerle yapılan budamalar üzerinden kestirme çıkarsamalar yapmak hem zahmetsiz hem de belli bir çekiciliğe sahiptir. Elbette ki Cumhuriyet’le birlikte devletin toplumsal yaşamı, sosyal alanları yukarıdan biçimlendirme, kalıba sokma çabalarından, işçi sınıfı hareketinin azade olduğu söylenemez. Devleti yönetenler, her dönemde havuç-sopa yöntemi, yine bunun tamamlayıcısı olarak işçi örgütlerini kontrol altında tutma siyasetiyle, emek sermaye alanını çatışmasız hale getirmeyi ve denetim altına almayı amaçladılar. Buna karşın işçi sınıfı da geliştirdiği mücadele hattı, örgütlenme, eylem ve direnişleriyle, biçimlendirme çabalarına, itirazını ortaya koydu. Verilenle yetinmek, uygun görülene rıza göstermek yerine kendi mücadelesiyle, hak ve özgürlüklerinin peşinden koştu. Asla küçümsenmemesi gereken adımlarla önemli kazanımlara imza attı. Kazanımlarını ortadan kaldırma girişimlerine karşı, devasa direnişler gerçekleştirdi. Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihinden çok sayıda örnek vermek, onların üzerinden konuşmak mümkün, ama ölçeği biraz daraltarak, işçi sınıfının grev hakkını kazanma mücadelesini ve sendika seçme özgürlüğünü savunma eyleminin üzerinde durmak yerinde olacaktır. İşçilerin sendikal haklarını savunma eylemi olarak 1963 Kavel grevinin, kazanımlarını koruma eylemi olarak da 15-16 Haziran 1970 Direnişi’nin üzerine ayna tutarak, bir Cumhuriyet efsanesi olan “işçi hakları yukarıdan verildi” ezberini irdeleyebiliriz.
Cumhuriyet tarihinde işçilerin ilk etkili eylemi, grev hakkı için gerçekleştirildi. 1947 yılında çıkarılan Sendikalar Kanunu işçilere örgütlenme hakkı tanımış, ancak grev ve toplu iş sözleşmesi yapma hakkı tanımamıştı. ’50’li yıllar sendikal hareket için, grev ve toplu sözleşme hakkı konusunu tartışmakla geçti. Bu tartışma sendikal hareketi içinde “grevci sendikalar” ve diğerleri gibi kaba bir saflaşmanın doğmasına yol açtı. Ortaya çıkan saflaşma izleri, uzun yıllara yayılan bir anlayış farklılığına işaret ediyordu. Grevci sendikalar işçilerin bireysel haklarını geliştirmesinin ilk ve vazgeçilmez adımının, sendikal hak ve özgürlüklere sahip olmaktan geçtiğini düşünüyor ve savunuyordu.Konuyu işçilerin ve toplumun gündemine taşımak üzere çeşitli kampanyalar öneriyorlardı. Bu süreç, 31 Aralık 1961 tarihinde Saraçhane’de grev hakkı mitingine evrildi. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği(İİSB) tarafından düzenlenen miting, işçi sınıfının bütün gücü ve ağırlığı ile meydana çıktığı bir eylemdi. Mitingin en vurucu özelliği, 1961 Anayasası’nda yer almış olmasına rağmen, işçilere grev hakkı tanımak konusunda isteksiz davranan, işi ağırdan alan iktidara verilen mesajdı. Bu mesaj, “ya grev hakkını tanıyan düzenlemeyi yapın ya da biz yasağa rağmen grev yapacağız” biçiminde verildi. Hükümetin verilen mesajı almak gibi bir niyet taşımadığı anlaşılınca da 1963 Kavel Grevi patladı.
28 Ocak 1963 tarihinde başlayan ve 36 gün süren Kavel Grevine, işçilerin hak ettikleri halde ikramiyelerinin ödenmemesi yol açmıştı. Grev, Anayasa’nın işçilere grev hakkını tanıdığı, ama grev hakkının yasalarla düzenlenmediği bir ara aşamada gündeme gelmişti. Üstelik yürürlükteki İş Yasası hükümlerine göre grev yasaktı ve grev yapan işçinin çeşitli cezalara çarptırılacağı öngörülüyordu.Her ne kadar Kavel Grevi ödenmeyen ikramiyeler için uygulanmış olsa bile grev hakkının greviydi. Grev kanunu talebi grevin önemli bir parçasıydı. Nitekim grev boyunca hükümet, gazeteciler, işçi ve işveren temsilcileri arasında süren tartışmalar da bu eksen üzerinden şekillendi. Kavel Grevi 36 günün sonunda başarıyla sonuçlandı. Grev, işçilerde hak arama bilincinin gelişmesinde, sendikal hareketin yeni örgütlenme ve mücadele pratiklerinin gelişmesinde bir sıçrama tahtası işlevi gördü. Yaşanan sıçrama, devletten ve sermayeden bağımsız sendikacılık anlayışının da önünü açtı. Bütün bunlarla birlikte Kavel Grevinin önemli sonuçlarından biri de grev kanunun çıkışını hızlandırmasıydı. Nitekim Kavel’den önce grev kanunun çıkışını geciktirmeye çalışan sermaye örgütleri de fiili grevlerin devamının geleceği, böylece “İşin derebeyliğe varacak” olması endişesiyle, grev kanunun çıkmasına taraf oldular. Sonuçta, 24 Temmuz 1963 tarihinde 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu kabul edildi. Kanunun çıkışında Saraçhane Mitingi ve Kavel Grevi’nin etkisi yadsınamaz. Kanunların içeriği grevci sendikaları tatmin etmemiş olsa bile biçimlenmesinde ve çıkışının hızlanmasında Kavel Grevi’nin oldukça etkiliydi. Yasanın çıkışından önce grev yapan işçilere verilen cezaların affını öngören geçici maddeler de Kavel ile kanun arasındaki bağın göstergesiydi.
Denebilir ki Kavel Grevi olmasaydı da grev kanunu çıkacaktı, tamamen haksız olduğu söylenemez. Ancak işçilerin, sendikaların aşağıdan müdahalesi olmasa kanunun içerik olarak daha geri ve daha geç çıkması mümkündü. Kaval Grevi için “Ödenmeyen ikramiyeler için grev mi yapılmış, mahkemeye gitsinler diyen” Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’e kalsa, toplu iş sözleşmesinin uygulama aşamasında çıkan sorunlara karşı işçilerin başvurduğu “hak grevi” yasaya giremeyebilirdi.
Kazanmadan Savunmaya : 15-16 Haziran
Saraçhane ile birlikte vücut bulan Kavel Grevi, işçilerin sendikal hak ve özgürlükleri kazanma mücadelesiydi. Sınıfı yukarıdan biçimlendirme girişimlerine, aşağıdan verilen bir yanıttı. 15-16 Haziran Direnişi ise sendika seçme özgürlüğünü savunma eylemi olarak, Kavel Grevi ile çıkılan yolun bir başka aşamasıydı. İşçi sınıfı hareketini bir kez daha biçimlendirme girişimine karşı, aşağıdan gelişen güçlü militan bir tepkiydi.
15-16 Haziran eylemine giden süreç, 1967 yılında Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kurulmasıyla başladı. Türk-İş içinde yaşanan anlayış farklılığının örgütü olarak kurulan DİSK, sınıfçı bir perspektif ile işçilerin hak ve özgürlüklerini geliştirme mücadelesi içine girdi. İmzaladığı başarılı toplu iş sözleşmeleri ve işçinin çalışma yaşamında insan onuruna yakışır muamele görmesi için verdiği mücadeleyle, dikkatleri üzerinde topladı. İşçilerin tercih ettiği, saflarında yer almak için bedel ödemeyi göze aldığı bir örgüt haline geldi. DİSK’in gelişme çizgisinin egemen güçlerde yarattığı rahatsızlık önce işyerlerinde kendini gösterdi. İşçiler, DİSK’e bağlı sendikalara üye olmalarına rağmen, çeşitli ayak oyunlarıyla, işverenlerin tercih ettiği sarı/güdümlü sendikalara toplu iş sözleşmesi imzalama yetkisi verildi. Sendikaların bu usulsüzlüklere karşı yaptığı itirazlar ne Çalışma Bakanlığı’ndan ne de yargıdan kabul görüyordu. Göz göre göre işçilerin sendika tercihi yok sayılıyor, sendika seçme özgürlüğü ortadan kaldırılıyordu. 1968 yılının Temmuz ayında İstanbul Bakırköy’de kurulu Derby Lastik Fabrikası’nda çalışan Lastik-İş üyesi işçiler “benim hangi sendikaya üye olacağıma patron değil, ben karar vereceğim” diyerek fabrikayı işgal ettiler. İşgal eylemiyle sendikal tercihlerini, Derby işverenine kabul ettirdiler. Aynı noktadan hareket eden işçiler 1968 yılında Kavel’de, 1969’da Singer’de, Demirdöküm’de 1970’de Sungurlar Kazan ve ECA’da fabrikaları işgal ederek, sendika seçme özgürlüklerini savundular. Sarı sendika seçeceğini dayatan işverenlere geri adım attırarak, işçininin iradesini tanımak zorunda bıraktılar.
Devleti yönetenler, sermaye, baktı ki tek tek işyerlerinde işçilerin sendika tercihine müdahale çabalarından sonuç alınamıyor, o zaman bunu yasa yoluyla halletme yoluna yöneldiler. İşçilerin sendikal örgütlenme özgürlüğünü, baraj yoluyla kısıtlayan düzenleme hazırlığı içine girdiler. Türk-İş’te kotarılan, Türk-İş, Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ortaklığının ürünü olan düzenleme, toplu sözleşme imzalayabilmek için sendikalara işkolunda çalışan işçilerin üçte birini üye yapma zorunluluğunu dayatıyordu. Aynı şart konfederasyonlar için de geçerliydi.
Türk-İş’te yapılan yasa hazırlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) aralarında Abdullah Baştürk’ün de bulunduğu CHP’nin sendikacı milletvekilleri tarafından taşındı. CHP’li milletvekillerinin kanun teklifi, Adalet Partisi Hükümeti tarafından hazırlanan aynı içeriğe sahip kanun taslağı ile ortaklaştırıldı ve Meclis’e sunuldu.
İşçilerin sendika seçme özgürlüğünü daraltan, daha keskin bir ifadeyle söyleyecek olursak ellerinden almayı amaçlayan düzenlemenin asıl hedefi DİSK’ti. DİSK’i ve üye sendikaları tasfiye etmeyi amaçlıyordu. AP’nin temsilcileri Türk-İş Genel Kurulu’nda “yasa çıktığında Türk-iş’ten başka konfederasyon kalmayacak” diye müjde verirken, düzenlemenin esas amacını da açık etmişti.
Yasa hazırlıkları sürerken DİSK de örgütünün çeşitli kademelerinde yer alan yöneticileri, işyeri temsilcileri ve üyelerle yaptığı toplantılarla, yapılan düzenlemeye karşı direniş iradesini oluşturmaya başlamıştı. Yasa düzenlemesi 12 Haziran günü Meclis’te kabul edildi ve Senato’ya gönderildi. DİSK ise toplantılar zincirinin son halkası olarak, 14 Haziran günü işyeri temsilcilerini toplantıya çağırdı. Toplantıda “yasa geri alınıncaya kadar direniş” kararıyla üç günlük bir eylem planı ortaya konuldu. Yapılan plana göre 15 ve 16 Haziran günlerinde işçiler üretimi durduracak, işi durduran işçiler fabrikaların dışına çıkarak, aileleriyle, diğer fabrikaların işçileriyle buluşarak taleplerini sokaklara taşıyacaklardı. 17 Haziran günü ise Taksim Meydanı’nda büyük bir miting yapılacaktı. İşçiler bu mitinge, bulundukları yerlerden yürüyerek geleceklerdi, yani bütün İstanbul’u gösteri alanına çevirme kararı alınmıştı. Araçlara binmek zorunda olanlar ise ücret ödemeyeceklerdi. Toplantıda alınan bir diğer karar da gözaltına alınan işçilerin, nerede olursa olsun kurtarılmasıydı. Toplantıda alınan kararlar büyük bir eylem dalgasının habercisiydi. Nitekim öyle oldu, 15-16 Haziran günlerinde İstanbul ve Kocaeli’nde kurulu fabrikalarda üretim durdu, işçiler bölgesel nitelikli genel greve gittiler. Üretimi durduran DİSK üyesi işçiler sokaklara çıkıp, Türk-
İş’li, sendikalı, sendikasız işçilerle, aileleriyle, devrimci gençlerle ve Adalet Partisi’nin uyguladığı politikalardan rahatsız olan toplumun tüm kesimleriyle buluştular. İstanbul’da , Anadolu Yakası, Boğaz-Levent, Topkapı- Bakırköy ve Silahtarağa- Haliç hattında ve Kocaeli’nde onlarca işçi kolu yürüdü. Sokaklardan meydanlara, ana yollara çıkarak “biz buradayız” dediler.
Cumhuriyet tarihinde o güne kadarki en büyük işçi eyleminin karşısına devlet, güvenlik güçleri ve baskı aygıtlarıyla çıktı. Asker ve polis barikatlarıyla işçilerin önü kesilmek istendi. İşçileri durdurmak için silaha başvuruldu. İşçiler güvenlik güçlerinin saldırılarına karşı koyunca çatışma büyüdü. Üç işçi, polislerin silahlarından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetti. Asker, polis ve işçilerden çok sayıda yaralının olduğu çatışmalar sırasında bir polis de hayatını kaybetti. Eylemler üzerine Sıkıyönetim ilan edildi, aralarında DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in de olduğu sendikacılar, işçiler, devrimci gençler gözaltına alındı, tutuklandı. Bin civarında işçi, işten atıldı. İşçilerin yeniden eyleme geçmesine karşı fabrikaların kapısına tanklar dayandı, işletmenin içine, üretim alanına kadar sokulan askerlerle işçilere çalışmaları için baskı yapıldı. Buna rağmen bazı işyerlerinde direnişler 10 güne kadar uzadı.
Bu arada yasa 12 Ağustos 1970 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yasanın işçilerin tepkisini çeken, DİSK’in itiraz ettiği maddesi pratikte uygulanamadı. Çalışma Bakanlığı’nın çeşitli girişimlerine rağmen uygulamada karşılık bulamadı. TİP ve CHP 1317 Sayılı Yasanın itiraza konu olan maddelerini Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi 8-9 Şubat 1972 tarihinde verdiği kararla yapılan başvuruları haklı bularak Yasanın ilgili maddesini iptal etti.
15-16 Haziran Direnişi, sınıf hareketinin toplumsal yaşamı, devleti, sermayeyi, siyaseti kapsamlı biçimde etkileyen bir eylem oldu. İşverenlerin ve devletin koltuğu altında faaliyete itibar eden Türk-İş’in sendikacılık anlayışı, ciddi bir biçimde sorgulandı. Sosyalist solda devrim stratejisi ve özne tartışmalarına nokta koydu. Yeni bakış açılarının önünü açtı. Yasaya önce destek veren CHP, hızla tutum değişikliğine gitti. Meclis’te destek verdiği düzenlemenin Senato’da karşısına geçti. CHP’nin yaşadığı tutum değişikliği 1973 seçimlerinde sosyal kimliklere seslenme siyasetinin de temelini oluşturdu. Askerler, işçilerde gelişen sınıf bilinci ve duyarlılığından rahatsızlık duyarak, aralarındaki farklılıkları bir kenara itip, 15-16 Haziran’a karşı 12 Mart’ı gerçekleştirdiler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki hem 1961 Saraçhane Mitingi ve tamamlayıcı ögesi olarak 1963 Kavel Grevi hem de 15-16 Haziran Direnişi Cumhuriyet tarihinde derin izler bırakmış, sosyal, siyasal süreçleri, kurumları, yapıları etkilemiş eylemlerdir. Ön açıcı, yeni hak arama mücadelelerine, örgütlenmelere esin kaynağı olmuştur. Bu iki eylemin temel özelliği, yukarıdan biçimlendirme kurgu ve girişimlerine, aşağıdan gelişen itirazlardır. Kurguyu, tasarımı tersyüz eden eylemlerdir.
Elbette, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde işçi sınıfının kazanımlara dönüşen mücadeleleri kadar, kayıpların, yenilgilerin de olduğu bir gerçek. Yine bazı kayıplar yaşanırken, işçi hareketinin sessizlik içine gömülmüş olduğu da. Ancak Cumhuriyet ve işçi sınıfı konuşulurken yapılması gereken, toptancı yaklaşımların, kadim ezberlerin peşine düşmek yerine, farklı bilgi kaynaklarına yönelmek olmalıdır. Bu hem siyasal hem de sosyal alanda Cumhuriyet’in ikinci 100 yılında “ne yapılabilir?” sorusu için, anahtar işlevi görecektir.
Kavel Grevi için bkz. Z. Aydın, “Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü Kavel 1963, Sosyal Tarih Yayınları, Gözden Geçirilmiş, 2. Basım, İstanbul, 2010.
15-16 Haziran Direnişi için bkz. Z. Aydın, İşçilerin Haziranı 16-16 Haziran 1970, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2020.
Zafer AYDIN KİMDİR?
1963 Kars doğumlu. İlkokulu Kars’ta, ortaöğretimini İstanbul’da tamamladı.Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Yayıncılık ve sendika dergilerinde editörlük yaptı. 25 yılı aşkın bir süre, Kristal-İş Sendi- kası’nda eğitim uzmanı olarak çalıştı. Birgün, Radikal, Cumhuriyet gazeteleri ile çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yazıları yayınlandı. Yaşam Radyo’da, üç yıl kadar “İşbaşı” adlı programı hazırlayıp sundu. Artı TV’de “Emek ve Hayat” adlı programla kısa bir televizyonculuk tecrübesi yaşadı.
Yayınlanmış kitapları:
Mektepten Sokağa Liseli Gençlik, İlerici Liseliler Derneği (İLD) 1977-1980 (Sosyal Tarih Yayınları, 2023)
’68’in İşçileri (Ayrıntı Yayınları, 2021)
İşçilerin Haziranı ( Ayrıntı Yayınları, 2020)
Grevden İşgale Singer Eylemleri 1964-1967-1969 (Sosyal Tarih Yayınları, 2015)
Geleceğe Yazılmış Mektup 1968 Derby İşgali (Sosyal Tarih Yayınları, 2012)
“Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü Kavel 1963 (Sosyal Tarih Yayınları, 2010)
Forum mu Yapsak Yoksa Devrim mi (Versus, 2008)
Sollamalar (Aykırı Yayınları, 2006)
Aziz Çelik ile birlikte,
Paşabahçe 1966, Gelenek Yaratan Grev (TÜSTAV, 2006)
Temel Sendikal Bilgiler (Kristal-İş, 2006)
Küreselleşme ve Sendikal Hareket (Kristal-İş,1997)
Belgesel Filmler “Çoban Ateşlerinin Yandığı Yerde Kavel’de” Melih Biçer ile birlikte (2016) “İşçilerin Haziranı” Cihangir Köse ve Nesrin Uçar ile birlikte (2023)