CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

Ayşen Şahin / Evrensel Gazetesi

Biz kazananız.

Hiçbir zaman, tek bir an bile şu hayattan aldığımız hazzı alamayacaklar, yaşam tahayyülleri yetmiyor çapımızı algılamaya, dünyaya baktığımız açıya boyları yetişmiyor, zevklerimizden bihaberler, anlık inşa edebildiğimiz huzurumuza dair fikirleri yok, kalabalık içinde olmanın güvenini hiç yaşamamışlar.

Bin kere dünyaya gelsek, bin kere aynı safı seçerdik, bu keşkesizliğin kıymetini hiçbir şeye değişmezdik.

Bir kavuşmanın heyecanına her şeyi feda edecek kadar yine birbirimizi severdik. Zafer zaten sadece ve sadece haklıların.

***

16 Haziran’da “Can’ın Arkadaşları” Merhaba Dostlar adıyla bir etkinlik düzenledi.

Ülkenin büyük 18 sanatçısına Ferhat Livaneli Orkestrası eşlik etti, etkinliği Şule Aydın ve Timur Soykan sundu.

Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezindeydik, salondan taşıyorduk. Gencer’in o meşhur ve mağrur fotoğrafı altında parlayan yıldızlara hep bir ağızdan eşlik ediyorduk. Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı videolarıyla, fotoğraflarıyla aramızdaydı, o görüntülerde birlikte yer aldıkları arkadaşları yakalarında görevli kartıyla sahne yanında görevdeydiler. Gezi’de yitirdiğimiz canlarımızla birlikte son dönemde vakitsiz gidişleriyle Volkan Konak, Edip Akbayram, Sırrı Süreyya Önder ve nicelerini de selamlıyorduk.

Etkinliği beklerken birbirimizi adliyelerden, meydanlardan, alanlardan tanıdığımız arkadaşlarla kucaklaşıyorduk.

O gün her şarkıyla ve şiirle uzun uzun düşündüm. Çok yorgun, halsiz vardığım salonda kucaklaştıkça dertlerimden ve yükümden kurtulmuş gibiydim.

Baktım, biz şarkılar söylüyorduk aramızda olma şansı elinden alınanlar için, bizim böyle bir arada olmamıza mutlu olacaklarını bilerek. Diz dövmüyorduk, kabuğumuza kaçmıyorduk, sinmiyorduk, elimizden almak istedikleri bu yaşam enerjisine daha sıkı sarılıyor, hayatı hepimiz için yaşamaya çalışıyor ve bir bayrak tutuyorduk elimizde; yıkamayacakları kültürel hegemonyanın bayrağı. Şiirler bizimdi, en güzel şarkı sözleri, en iyi ezgiler bizimdi. En güzel soneler, edebiyat bizimdi, en güzel romanlar, en hakiki karakterler, saklamaktan korkmadığımız gözyaşlarımızın ve kahkahalarımızın şeffaflığı, karanlık ajandalardan çok daha büyüktü, tertemizdi.

Hep sloganlarımızda “Biz kazanacağız” deriz ya hani, fark ettim ki bu hayatta kazananlarız aslında her birimiz.

Gün gelecek, elbet adil bir yargı önünde her bir yalanın, çalınanın, rantın hesabı verilecek. Başı önde savunma dahi yapamamakla kıyaslanınca, savunurken yargılayan, adalette diretip bir gün minnet etmeyen, yalvarmak nedir bilmeyen dostların arasında olmak, günü gelince öyle de duracağını bilmek kazanır. Haklı insan faşizmle mücadele ederken başına gelecekleri bilir, insanız, belki korkabilir de. Ama söyleyecek sözü olmayan bir suçlunun korkusu yanında bu nedir ki, utanç duyması artık dayatılmış, sahtekarlığıyla yüzleştirilmişin karşısında?

Her gün “Bu devran ya dönerse?​” korkusu yaşayanla bir mi hiç “Bu devran dönecek” umudumuzun kudreti?

Biz zaten kazandık.

Bir gün bile bilemeyecekler bir dost ile karşılaştığında hissedilen, dik bir yokuşu koşarak tek nefeste çıktıktan sonra kana kana içilen bir bardak su içmeye benzer ferahlığı.

Birbirimizi gördüğümüzde, gözlerimizin bebeğine yansıyan pırıltıyı, kendiliğinden rahatlayan kaz ayaklarımızın gülüşümüze eşliğini, mutluluğun bu kadar kolay ulaşılır halini hiç bilmeden yaşayan ne kazanmış olabilir hayatta?

Hiç hasretle bir yoldaşına sarılıp, tırnakların batmasın diye dikkatle ama kendini tutamadan kuvvetle bastırarak kucaklayıp boynuna gömülüp kokusunu içine çekmemiş birinin dünyanın en pahalı parfümüne, kendini satarak ulaşması kazanmak sayılır mı? Bilmiyor dünyanın en güzel kokusunu, cehaletin daniskası.

Yürekten dile gelmiş “özledim” kadar basit tek kelimelik hakiki bir cümlenin öznesi olmayacağını bilmek neyin kazancı? Bu cümleyi kuramayan da zaten kaybedenin önde gideni.

Bedeli misliyle ödenmiş satırları, yürekten inanarak tekrarlamamış ve hiç şiir yazmaya niyetlenecek kadar yüreği kabarmamış biri, altın varakla ciltlenmiş kitapları, kapağını açmadan dekor diye dizdi, adını kütüphane koydu diyelim, kazanmış mı sayıldı?

Müziği dinlerken, yazanın, besteleyenin, çalanın, söyleyenin güzel bir dünyaya aynı kapıdan baktığını bilmenin ferahlığıyla, gözleri zevkten kapanarak dinleyemeyen biri nasıl kazanmış olabilir? İsterse kamyonla para döksün, sahneye çıkanın diyeceklerinden korktuğu için hâlâ herkesi korkutmak zorunda hissediyor, tehditler, ibretler yaratıyorsa kim kazanmıştır sizce?

Hiç paraya, dayanışarak, sermayesiz, patronsuz kocaman konserler, tiyatrolar, festivaller, mitingler, yürüyüşler düzenleyebilen bunca insan karşısında, para vermeden, rantına dahil etmeden, iktidarını dayatmadan telefonunu açacak bir kişi bile bulamayacak olan mı kazanan?

Şu hayatta, sevildiğini bilmenin, özlendiğini hissetmenin, yürekten ve çıkarsız sevebilmenin, yoldaşlık edebilmenin, saklamadan derdini paylaşabilmenin, iyiliğin için fikir verdiğine güvendiğin dostlarla çevrilmenin, başına iş gelse sen aramadan orada olacağına güvendiğin insanlarla sarmalanmanın, kentsel hafızanın her bir taşına baktığında heyecanlanabilmenin, ayağını çimene basmanın, bir ağacın gölgesinin değerini bilmenin, ellerinle fidan sulamış, büyütmüş olmanın, dans edebilmenin, müzikten zevk alabilmenin, bir kitaba kaptırıp okuyabilmenin, uzun bir yürüyüşe çıkabilmenin ötesi kazanç var mı dünyada?

Hangimiz daha mutlu, sonsuz milyarlık yatlarla denizde bile güvende hissedemeyen mi, arkadan iş çevrilmesinden korkarak tetikte dolaşan mı, kimse için “en yakınım” diyemeyen mi, kaybedeceklerini insan üzerinden ölçen mi mala endeksleyen mi?

Biz kazananız.

Hiçbir zaman, tek bir an bile şu hayattan aldığımız hazzı alamayacaklar, yaşam tahayyülleri yetmiyor çapımızı algılamaya, dünyaya baktığımız açıya boyları yetişmiyor, zevklerimizden bihaberler, anlık inşa edebildiğimiz huzurumuza dair fikirleri yok, kalabalık içinde olmanın güvenini hiç yaşamamışlar.

Bin kere dünyaya gelsek, bin kere aynı safı seçerdik, bu keşkesizliğin kıymetini hiçbir şeye değişmezdik.

Bir kavuşmanın heyecanına her şeyi feda edecek kadar yine birbirimizi severdik.

Zafer zaten sadece ve sadece haklıların.

Hayatımızı güzel edebilmemiz, bir araya geldiğimiz her ana bakar.

Bu yazıyı gönderdiğimde henüz başlamamış olacak ama 20 Haziran’da bir vapur kalkıyor Karaköy’den, Nâzım’dan Kazım’a Volkan’dır Karadeniz diyerek.

17 sanatçı üç güzel insanı anıyor sevenleriyle birlikte, Kazım’ın ve Volkan’ın arkadaşları, Nâzım’ın tanışamadığı yoldaşları.

Biz iyileri unutmayız, arkadaşlık nesiller boyu,

Arkadaşlar iyidir,

Şovunu yaptığı kudretin ardında, özünde yapayalnız olduğunu çok iyi bilenlere sormalı, nasıl acaba insanlıktan yana mağlubiyetin tadı?

* Evrensel Gazetesi Yazarı Ayşen Şahin’in, 21 Haziran 2025 tarihli yazısını yayınlıyoruz.

Exit mobile version