Avukat Yalçın Deniz Özen, Çorlu tren katliamının karar duruşmasında demiryolu işletmeciliğinin parça parça şirketleşmesi ve piyasalaşması sürecini anlattı. “Katliam derken yalnızca slogan atmıyoruz” dedi.
Tekirdağ Çorlu’da 8 Temmuz 2018’de 7’si çocuk 25 kişinin hayatını kaybettiği, 300’den fazla kişinin de yaralandığı tren faciasının karar duruşmasında avukat Yalçın Deniz Özen’in beyanını yayımlıyoruz:
Türkiye’de 12 Eylül sonrası ilk emarelerini göstermeye başlayan ve Özal dönemi ile birlikte yaygınlaşıp nihayet AKP iktidarı döneminde zirvesine ulaşan neoliberal politikaların, bir bütün olarak kamu hizmeti olması gereken tüm alanlardaki piyasalaştırma ve özelleştirme hamlelerinin bugün bu sonuca yol açtığını daha net görebiliriz.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana demiryolu altyapısını kurma görevi devlet tekelinde. Hatların bakım onarımı ve taşımacılık hizmeti yalnızca demiryolu işletmeciliği yapan bir kurum değil, özgün bir örgütlenme anlayışı olan, kendi bünyesinde lokomotif, vagon üreten, kendisine bağlı sağlık, dinlenme vb. tesisleri, fabrikaları olan TCDD’ye aittir.
AKP iktidarının TCDD’nin özelleştirilmesine ilişkin ilk adımları, TCDD’nin böyle bir dev yapı olmasını sağlayan bileşenlerinin tasfiye edilmesi ve yalnızca bir demiryolu işletmeciliği kurumuna dönmesi yönelik oluyor.
Liman işletmeleri elinden alınıyor, TCDD’ye ait meslek liseleri, basımevleri kapatılıyor ya da özelleştiriliyor, hastaneleri SSK’ya devrediliyor. Hatta birçok noktada demiryolunun geçtiği arazilerin değerli olması nedeniyle altyapı tahrip edilip bu alanlar imara açılıyor.
2000’li yıllar boyunca bu piyasalaştırma ve özelleştirme planı parça parça uygulanıyor. 2011’e geldiğimizde, TCDD’nin doğrudan demiryolu işletmeciliğine yönelik olmayan hiçbir bileşeni kalmadığını görüyoruz.
2011’de çıkarılan 655 sayılı KHK ile Demiryolu Düzenleme Genel Müdürlüğü kuruluyor. Böylece, demiryolu işletmeciliğini devlet tekelinden çıkarmanın da ilk adımı atılıyor. Bu KHK ile kamu idaresi, demiryolu altyapısı kurmak ve işletmekten doğrudan sorumlu olmak yerine bir ‘regüle edici- düzenleyici kurum’ rolüne geçiyor.
2013’te, Demiryolu Ulaşımının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girdi. Bu kanun ile TCDD Genel Müdürlüğü altyapı işletmecisi olarak yeniden yapılandırıldı. Tren işletmecisi olarak ise TCDD A.Ş. kuruldu.
Bu kanun, demiryolu ulaşımının piyasalaştırılması ve özelleştirilmesinin en önemli adımı oldu. Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun ile demiryolu taşımacılığı hizmetlerinin rekabete dayalı esaslar çerçevesinde yeniden yapılandırıldığını, TCDD‘nin parçalanarak şirketleştirildiğini, ulaşım ağının özelleştirildiğini, kamu hizmeti anlayışı yerine sermaye-piyasa çıkarlarını gözeten işletme modellerinin esas alındığını, çalışanların da esnek-güvencesiz çalışma formuna geçirilmesinin amaçlandığını görüyoruz.
Tüm bunlar, TCDD’nin kurumsal yapısının darmadağın olmasına, birimler arası koordinasyonun tümüyle yok olmasına ve meydana gelen katliamlarda sorumluluktan kaçmanın, altyapı üstyapı dengesizliğinin müthiş bir boyuta varmasına yol açtı.
Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarıyla da sorumlulukları ortaya konan üst düzey yetkililer, bürokratlar ve siyasetçiler bir yana dursun; TCDD 1. Bölge Müdürlüğü yetkililerinden oluşan ancak kimliği belirlenmemiş şüphelilerin konu olduğu, soruşturma aşamasında tefrik edilen Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2019/2966 soruşturma sayılı dosyası kasıtlı olarak sürüncemede bırakıldı.
Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Mart 2021’de görülen yedinci celsede, katliamda sorumluluğu bulunan diğer faillerin yargılamaya dahil olabilmesi için 2019/2966 soruşturma sayılı dosyanın neticesinin beklenmesine karar verdi.
Soruşturmaları sürüncemede bırakılarak, yargılamadan kaçırılan yetkililer hakkında ısrarla iddianame düzenlenmemesi ve bu suretle hali hazırdaki yargılamaya devam edilememesi sebebiyle, tarafımızca soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Galip Yılmaz Özkurşun hakkında görevi kötüye kullanma ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etme suçlarından suç duyurusunda bulunulması talep edildi. Bu talep mahkeme heyetince Çorlu CBS Bakanlık Muhabere Bürosuna bildirildi.
Suç duyurusu talebimizin mahkemece kabul edilmesinden kısa bir süre sonra Cumhuriyet Savcısı Galip Yılmaz Özkurşun, Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2019/2966 soruşturma sayılı dosyasındaki görevinden alındı.
Gelinen aşamada, 20 Şubat 2019’da tefrik edilen soruşturmada şüpheli olan TCDD 1. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında iddianame düzenlenmedi ve dava açılmadı. Katliamın üzerinden neredeyse 4 yıl geçmesine rağmen gerçek sorumluların yargılandığı bir yargılama faaliyeti gerçekleştirilmediği gibi yakınlarını kaybeden aileler, ailelerin avukatları ve gazeteciler hedef gösterilerek yargılandı. Katliamda oğlunu ve eşini kaybeden Mısra Öz kamu görevlisine hakaret nedeniyle yargılandı ve 8 bin 800 TL para cezasına hükmedildi.
Meslektaşımız, Hatay Milletvekili Can Atalay duruşma salonunun kapısını kırdığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatıldı.
Gazeteci Rıfat Doğan; duruşma salonunda ses ve görüntü aldığı gerekçesiyle hakkında dava açıldı, neyse ki mahkeme, paylaşılan görüntülerin duruşmanın sürdüğü esnada çekilmemiş olduğu gerekçesiyle beraat kararı verdi.
Davayı ilk günden beri takip eden Gazeteci Mustafa Hoş, Çorlu Tren Katliamı ile ilgili olarak yazdığı ‘Ölüm Treni’ kitabında, savcılık işlemlerini eleştirdiği için bizzat soruşturma savcısı tarafından kendisine tazminat davası açıldı ve tazminata hükmedildi.
Siyasetçiler, bürokratlar ve üst düzey yöneticilerle ilgili olarak verilen takipsizlik kararına karşı AYM’ye bireysel başvuru yapılmış ve bu başvuru sonrasında AYM önünde bir basın açıklaması yapılmıştı. Bu basın açıklaması nedeniyle de 3’ü avukat olmak üzere 7 kişiye 2911 sayılı yasaya muhalefet nedeniyle dava açıldı.
Son olarak da Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in duruşma sırasında ses ve görüntü kaydı aldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatıldı ve bu gerekçeyle dokunulmazlığının düşürülmesi için Meclis’e fezleke gönderildi.
Tüm bu yaşananlar, karşımızda örgütlü, sistematik bir irade olduğunu, devletin temel görevi olan kamu hizmetini piyasalaştırıp, yurttaşın canı ile maliyet hesabı yapanın da bu sosyal cinayet düzenini besleyip failleri saklayanın da aynı irade olduğunu gösteriyor.
Bu irade, bu katliamın gerçek faillerini karşımıza çıkarmak yerine, katliamda hayatını kaybedenlerin yakınlarını, meslektaşlarımızı, gazetecileri, milletvekillerini sanık diye karşımıza getiriyor.