Şiddet ve cinayet, Türkiye’de adeta bir salgın hastalık gibi yayılıyor. Kadın cinayetleri geçtiğimiz yıl rekor seviyeye ulaştı. Türkiye sadece son iki ayda “aile içerisinde” yaşanan 6 katliama şahitlik etti. Cinayet nedenleri çoğunlukla “ekonomik sebepler” olarak gösterildi. Ancak uzmanlara göre kriz yalnızca ekonomik değil.
Giderek daha da mutsuzlaşan, fakirleşen, yalnızlaşan Türkiye’de şiddet sarmalı her geçen gün büyüyor. İnfial yaratan olayların ardı arkası kesilmezken, cezasızlık politikaları, eğitimsizlik, ekonomik ve sosyal sorunlar gibi birçok faktör şiddet eğilimini daha da besliyor.
Katledenlerin isimleri, şehirleri, gerekçeleri değişiyor ancak yetkililer şiddete zemin hazırlayan unsurlara gözünü kulağını tıkamaya devam ediyor.
KADIN CİNAYETLERİ REKOR SEVİYEDE, EN TEHLİKELİ YER ‘EV’
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2024 yılı Türkiye’de kadın cinayetlerinin rekor seviyeye ulaştığı yıl oldu. Geçtiğimiz yıl 394 kadın cinayetiyle 258 şüpheli kadın ölümü meydana geldi.
2024 yılında öldürülen 394 kadının 166’sı evli olduğu erkek, 45’i birlikte olduğu erkek, 31’i babası, 30’u boşandığı erkek, 29’u tanıdığı biri, 25’i akrabası, 23’ü eskiden birlikte olduğu erkek, 22’si oğlu, 7’si kardeşi, 7’si tanımadığı biri tarafından öldürüldü. 9 kadının öldürüldüğü kişiyle yakınlığı tespit edilemedi. Bu yıl 280 kadın aile içindeki erkek tarafından öldürüldü.
2025’İN İLK İKİ AYINDA 49 KADIN CİNAYETİ
Ocak 2025’te 33 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 32 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Öldürülen 33 kadından 8’i boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istemesi bahanesiyle öldürüldü. Bir kadın yemek yapmadığı bahanesiyle öldürüldü. 20’sinin ise hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilemedi.
2025 Şubat ayında erkekler tarafından 16 kadın öldürüldü, 21 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Öldürülen 16 kadından 3’ü boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istemesi bahanesi ile öldürüldü. Bir kadın oğlunun çalışmaması hakkında konuşması bahanesiyle öldürüldü. 12’sinin ise hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilemedi.
“AİLE YILI” KATLİAMLARLA BAŞLADI
Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmezken Türkiye, “Aile Yılı” ilan edilen 2025’in sadece ilk iki ayında çoğunluğu erkek olan faillerin ailelerini katlettikleri 6 olaya şahitlik etti.
Ocak ve şubat aylarında; İstanbul’da bir erkek evli olduğu kadını ve 3 çocuğunu katledip intihar etti. Adana’da bir erkek annesi, babası ve anneannesini öldürdü. Adana’da bir polis evli olduğu kadını ve kadının ailesinden 6 kişiyi katletti. Ardından intihar etti.
Medyaya yansıyan bilgilere göre, cinayetler çoğunlukla ekonomik sebeplerden doğan anlaşmazlıklar gerekçesiyle işlendi. Faillerden bir kısmının psikolojik sorunlar yaşadığı veya psikolojik tedavi gördüğü öğrenildi. Cinayetler genellikle ruhsatsız ateşli silahlarla işlendi. Faillerin bir bölümü katlettikleri yakınlarının ardından intihar etti.
Peki bu cinayetlerin sebebi ne, ani ve kontrolsüz bir öfke patlaması olarak tanımlanan “cinnet” kavramıyla açıklanabilir mi? Yosa sorun yetkililerce “münferit” kabul edilenin ötesinde mi?
“KORUYUCU VE ÖNLEYİCİ POLİTİKALAR ŞART”
Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Kurulu Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Kaya, yaşanan bu katliamların “cinnet” kavramıyla açıklanamayacağını vurguluyor.
Bireylerin, “yoksulluk, bilgisizlik, hayatta kalamama” gibi faktörlerin etkisinde kaldığına dikkat çeken Kaya, cinayetlerin altındaki kültürel kodlara vurgu yapıyor. Erkek egemen ideolojide yetişen bireyin ‘zayıf olanın üzerinde’ tahakküm kurmak istediğini belirten Kaya, şiddetin bir problem çözme yöntemi olarak kullanıldığını söylüyor.
Dizi, sinema, siyaset gibi her alanda şiddet kültüründen beslenildiğini belirten Kaya, özellikle siyasette kullanılan dilin ‘ötekiyi derdest etme’ üzerinden kurulduğunu, bunun bireylerde oluşturduğu etkinin de cezasızlık politikalarıyla beslendiğini kaydediyor.
Siyasal iktidarın sürekli “aile” vurgusu yaptığını ancak cinayetlerin büyük oranda aile içerisinde yaşandığını vurgulayan Kaya, şiddetin kişinin ‘güvendiği’ birisinden gelmesinin travmanın etkisini de artırdığını belirtiyor.
Devletin asli sorumluluğunun şiddeti önleyen politikalar üretmek olduğunu söyleyen Kaya’ya göre koruyucu ve önleyici politikalar üretilmesi şart.
BİREYSEL SİLAHLANMA VAHİM BOYUTTA Emniyet ve jandarmadan elde edilen verilere göre, Türkiye’de 1 Ocak 2020 ile 31 Ekim 2024 tarihlerinde ateşli silahlarla işlenen 26 bin 439 suçtan 19 bin 807’sinde ruhsatsız silah kullanıldı.
Ateşli silahla 2024 yılının ilk 10 ayında 597, 2023’te 789, 2022’de 786, 2021’de 597 ve 2020’de 638 kasten öldürme suçu işlendi.
Bu suçların 2020’de 502’sinde, 2021’de 478’inde, 2022’de 604’ünde, 2023’te 654’ünde ve 2024’te ise 473’ünde ruhsatsız silah kullanıldığı tespit edildi.
Ülkede 2024 yılının ilk 10 ayında 4 bin 82, 2023’te 5 bin 391, 2022’de 4 bin 844, 2021’de 3 bin 920, 2020’de 3 bin 487 ateşli silahla yaralama olayı kayıtlara geçti.
Bunların 2020’de 2 bin 454’ü, 2021’de 2 bin 945’i, 2022’de 3 bin 533’ü, 2023’te 4 bin 100’ü, bu yılın 10 ayında ise 2 bin 991’i ruhsatsız silahla gerçekleştirildi.
2024’te 1 Ocak-31 Ekim döneminde düzenlenen operasyonlarda, 90 bin 317 ruhsatsız silah ele geçirildi.
“CEZASIZLIKLA KIŞKIRTILMIŞ ERKEK ŞİDDETİ”
Psikiyatri Uzmanı Hande Gazey de içinde bulunduğumuz krizi “toplumun yeniden üretiminin krizi” olarak tanımlıyor.
Güç hiyerarşisinin kendisini devam ettirmesinin en temel aracının “şiddet” olduğuna dikkat çeken Gazey, buna dönük her politikanın da cezasızlıkla kışkırtılmış erkek şiddetini artırdığını söylüyor.
Gazey’e göre yoksulluk, işsizlik, belirsizlik duygusu da insanlarda kaygıyı ve çaresizliği artırıyor. Yoksulluğun bir halk sağlığı sorunu olduğuna vurgu yapan Gazey, bunun yaratacağı öfkenin de ezilmeye, varoluş tehdidine verilen ilk tepki olduğunu söylüyor.
Şiddetin bu noktada sıradanlaşacağını kaydeden Gazey, şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Yoksulluk, işsizlik, belirsizlik duygusu insanlarda kaygıyı ve çaresizliği artırabilir; özellikle toplumsal bağların zayıfladığı mevcut koşullarda bu durum ağırlaşabilir, kişilerde öfke ve güvensizlik yaratabilir. Evet, yoksulluk bir halk sağlığı sorunudur dolayısıyla ruhsal etkileri de olabilir, ama yoksulluk bir hastalık ya da suç değildir ve yoksulluğun yaratacağı öfke ezilmeye, varoluş tehdidine verilen ilk tepkidir, evrileceği biçim toplumsal örgütlenmeyle ilişkilidir, kökten değiştirme potansiyeliyle… Politik ve ideolojik kriz koşullarında toplumsal olarak örgütlenemeyen öfkeye cevap hegemonun şiddeti ve adalet duygusunun ortadan kalkmasıdır. Şiddet bu noktada sıradanlaşır, güncel ve topluluk içi bir norm olur.”
MUTSUZUM DİYENLERİN ORANI HER YIL ARTIYOR
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 yılına ilişkin “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”na göre, mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı 2023’te yüzde 52,7 iken, geçen yıl yüzde 49,6’ya geriledi. Geleceğinden umutlu olduğunu söyleyenlerin oranı 2023’te yüzde 67,1 iken bu oran 2024 yılında 64,3 oldu.
Bireylerin mutluluk kaynağı olan değerler incelendiğinde; kendilerini en çok sağlıklı olmak ilk sırada gelirken bunu sevgi, başarı, para ve iş takip etti. Ülkenin en önemli sorunu incelendiğinde; 2024 yılında hayat pahalılığı yüzde 29,2 ile ilk sırada yer alırken yüzde 15,7 ile eğitim 2’nci sırada ve yoksulluk yüzde 14 ile 3’üncü sırada yer aldı.
Öte yandan iktidar politikalarına dikkat çeken Gazey, şiddetin doğrudan doğruya, kimin, nasıl bir toplumu, nasıl bir rejimle yönetmek istediğiyle ilişkili olduğunu belirtiyor.
İktidar tarafından üretilen politikaların görmezden gelinemeyeceğine işaret eden Gazey, özellikle kadına yönelik şiddet ve cinayetleri “ezilenlerin öfkesinin doğal sonucu”ndan ziyade bilinçli üretilen politikaların sonucu olarak görüyor:
“Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki artışı hayat pahalılığı ve yoksulluk kıskacında ezilenlerin öfkesinin doğal sonucu olarak yorumlarsak sadece düz mantıkla yanlış sonuç çıkarmış olmanın ötesinde şiddeti ‘normalleştiren’ dili istemeden de olsa yankılamış, yoksulluk ve ezilmeye duyulan öfkeyi ise patolojikleştirmiş oluruz. Hayır, ne fiil ‘cinnet, çaresizlik ve ezilmeye isyan’dır ne de fail ise hasta, sapkın ya da çaresiz bireydir.”
“ZORBA DA EZİLEN DE VAROLUŞ KRİZİNDE AYNI YERDE”
Gazey, zorbanın da ezilenin de varoluş krizinin aynı yerde olduğuna vurgu yapıyor. Peki, bu karamsal tablodan çıkış yolu yok mu?
Gazey’e göre toplumsal yaşamın parçalanması bir yandan krizin sebebi iken bir yandan da bu iktidarların hegemonyasını sürdürmesini sağlayan etkenlerden. Yaşamı, varoluşları, gelecekleri tehdit eden mevcut krizler, yeni bir araya gelişler, yaşamı değiştirecek mücadele ve ortaklık biçimleri ile aşılabilir.
Politik mücadelenin gerekliliğine işaret eden Gazey, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Mevcut iktidarlara bakalım… hem dünyada hem Türkiye’de, toplumsal yaşamı parçalanması bir yandan krizin sebebi iken bir yandan da bu iktidarların hegemonyasını sürdürmesini sağlayan şey. Mevcut kriz, kadınların yaşamlarını, varoluşlarını, geleceklerini tehdit ediyor ama karşısında bir direniş var ve bu direniş kaçınılmaz olarak yeni bir toplumsallığın nüvelerini taşımak zorunda. Feminist grev buna örnek, Arjantin’de ekonomik kriz karşısında kadınların dayanışma pratikleriyle birlikte ortaya koydukları mücadelenin feminist taleplerin toplumsallaşması ve kazanımıyla sonuçlandığı süreç buna örnek ya da tam da yaşam ve geçim kaynaklarının yağmalanmasına karşı ekolojik mücadele ile kadınların yaşam ve emekleri için mücadelenin ayrılamazlığı gibi. Buralardaki pratiklerden ortak varlıklarımızın, yaşamlarımızın sömürüsü üzerine kurulu rejim ve iktidarlara karşı politik mücadelenin gerekliliği ve toplumsallaşma olanakları ortaya çıkıyor.”
KRİZDEN ÇIKIŞ NASIL SAĞLANACAK?
Aile içi şiddetin, bireylerin daha çocukluğunda karşı karşıya kaldığı, öğrendiği bir vaka olarak tanımlanabileceğini söyleyen Sosyolog-Dr. Deniz Bağrıaçık, “Şiddet her ne kadar bireylerin dünyasında, bireye özgü gibi gözükse de bunun çok boyutlu arkasında nedenler var. Şiddet aynı zamanda toplumsal” diyor.
Ekonominin getirdiği ve getiremediği durumlar, sağlayamadığı eğitim şartları olabileceğini ifade eden Bağrıaçık, şiddetin çok iyi eğitimli ailelerde de farklı biçimleriyle görülebildiğini kaydediyor.
Bağrıaçık, “Ailenin merkezinde olan ve insanların hem ruhlarını hem de bedenlerini etkileyen çok ağır şiddetlerden bahsediyoruz. Aslında bir hiyerarşiden bahsediyoruz” diyor.
“CEZALANDIRMA ÖNCESİ MEKANİZMALAR GÜÇLENDİRİLMELİ”
Toplumsal hiyerarşiye göre daha üstte ve daha güçlü olduğunu düşünen erkeğin fiziksel gücünü kullandığını vurgulayan Bağrıaçık, toplumsal normlara dikkat çekiyor. Şiddetin toplumsal normların dışında olduğunun gösterilmesi gerektiğini kaydeden Bağrıaçık, cezalandırma öncesi mekanizmaların da kuvvetlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Diziler, televizyon programları ve video oyunları gibi pek çok mecrada şiddetin normalleştirildiğine dikkat çeken Bağrıaçık, şiddetin bu nedenle sürekli yeniden üretildiğini söylüyor.
“HER BÖLGE KENDİ TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİNE UYGUN ŞEKİLDE EĞİTİLMELİ”
Bireylerin kendi özelinde kadın erkek eşitliğinin bilincinde olarak büyümesinin önemine işaret eden Bağrıaçık, gerekli kamusal eğitimin yerelleşerek, özelleştirilerek verilmesinin önemine işaret ediyor.
Bağrıaçık, “Ülkenin 7 bölgesi birbirinden farklı. Her bölgede kendi toplumsal gerçekliğine göre eğitimlerin uygulanıyor olması lazım. Yerelleşerek, özelleştirerek eğitimlerin uygun hale getirilmesi gerekiyor. İlkokul sıralarından kamu görevlilerine kadar her kesim bu eğitimleri almalı. Ekonomik, fiziksel, cinsel şiddetin her alanda aşama aşama fark edilmesi, toplumsal düzenin bu şekilde sağlanması gerekiyor” diyor.
Merve Atıcı / Birgün