Faşizme karşı insanlığın savaşı
9 Mayıs, Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası’nı kesin olarak mağlup ettiği gün olarak tarihe geçmiştir. 8 Mayıs 1945’te Nazi Almanyası, Sovyetler’in Berlin’e ulaşması ve Kızıl Bayrak’ın Reichstag’a çekilmesinin ardından koşulsuz teslim anlaşmasını imzaladı. Moskova saatiyle gece yarısından sonra bu zafer resmen duyurulduğu için Sovyetler’de ve bugünkü Rusya’da 9 Mayıs “Zafer Günü” olarak anılmaktadır.
Bu zaferin ardında, yalnızca bir askeri başarı değil, dünya tarihinin en büyük direnişlerinden biri yatmaktadır. Sovyetler Birliği’nin faşizme karşı yürüttüğü Büyük Vatanseverlik Savaşı’nda 27 milyona yakın yurttaşını yitirmesi, bu zaferin bedelinin ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Stalingrad, Kursk ve Leningrad gibi cephelerde insanüstü bir direnç gösterilmiş, faşizm yalnızca savaş meydanlarında değil, aynı zamanda halkın kararlılığıyla da durdurulmuştur.

Kim yenmişti?
İkinci Dünya Savaşı’ndaki nihai zaferin sahipliği, savaş sonrası Soğuk Savaş döneminde bilinçli şekilde çarpıtılmıştır. Batı Bloku, özellikle ABD ve İngiltere, faşizmin yenilgisinde oynadıkları rolü büyütürken, Sovyetler Birliği’nin belirleyici katkısını gölgelemeye çalışmıştır. Oysa savaşın en ağır yükünü çeken Sovyet halkıydı. Doğu Cephesi, Nazi ordularının esas gücünün kırıldığı yerdi.
Faşizmin yenilgisinde yalnızca devletler değil, aynı zamanda halk hareketleri ve direniş örgütleri de rol oynadı. Yugoslavya, Yunanistan, İtalya, Fransa gibi ülkelerdeki komünist önderliğindeki partizan mücadeleleri, faşizme karşı halkların kitlesel direnişinin simgeleridir.


Bir Antifaşist belleğin inşası
9 Mayıs, salt bir savaş zaferi günü değil, insanlık onurunun, emekçi halkların, eşitlik ve özgürlük idealinin, ırkçılığa ve zorbalığa karşı direnişin de günüdür. Berlin’deki Reichstag’a çekilen Kızıl Bayrak, yalnızca Nazi Almanyası’nın değil, aynı zamanda emperyalist barbarlığın, ırkçılığın, soykırımın ve gericiliğin yenilgisini simgelemektedir.
Bu zafer, aynı zamanda 1917 Ekim Devrimi’nin tarihsel kazanımlarının da savunusudur. Faşizm, 1920’lerden itibaren Avrupa’da yükselişe geçtiğinde doğrudan komünist harekete, örgütlü işçi sınıfına ve Sovyet deneyimine karşı şekillenmiştir. Mussolini’den Hitler’e, faşizm sermayenin silahlı saldırı aracına dönüşmüş, sosyalizme karşı bir karşıdevrim olarak işlev görmüştür. Dolayısıyla 1945 zaferi, yalnızca Sovyetlerin değil, dünya proletaryasının ve ezilen halklarının da zaferidir.
Hafızanın Çarpıtılması ve İdeolojik Mücadele

Bugün, Zafer Günü’nün tarihsel içeriği hedef alınmaktadır. Sovyet ordusunun kurtarıcı rolü “işgalcilik” olarak anılmakta, faşizme karşı savaşan partizanlar unutturulmakta, işbirlikçiler ise “özgürlük savaşçısı” olarak sunulmaktadır. Sovyet askerlerinin anıtlarının yıkılması, St. George kurdelesinin yasaklanması, Nazizm ile Komünizm’in eşitlenmeye çalışılması bu tarih çarpıtmasının örneklerindendir.
Rusya’nın bu hafızayı sahiplenme biçimi de tartışmalıdır. Putin rejimi, SSCB’nin antifaşist mirasını sahiplenirken, iç politikada otoriterliği ve emperyal hevesleri meşrulaştırmak için kullanmakta, savaşa karşı verilen bir mücadelenin mirasını bir tür “milli askeri güç gösterisine” dönüştürmektedir.
9 Mayıs’ın Evrensel Değeri
Tarihi çarpıtma çabalarına karşı, 8-9 Mayıs’ı yalnızca bir ülkenin değil, dünya halklarının antifaşist mücadele günü olarak görmek gerekir. Kızıl Ordu’nun Berlin’e girişi yalnızca Hitler faşizmini değil, insanlığa karşı işlenmiş suçları da tarihe gömmüştür. Bugün bu tarihi sahiplenmek, yükselen yeni faşist tehditlere, ırkçılığa, savaş politikalarına, emperyalist yayılmacılığa ve gericiliğe karşı mücadele etmek anlamına gelir.
Sovyet halklarının kanıyla yazılmış bu zafer, gelecekte barışın, özgürlüğün ve sosyal adaletin teminatı olacak bir hafıza politikasıyla yaşatılmalıdır. 9 Mayıs, yalnızca geçmişin bir hatırası değil, bugünün ve yarının antifaşist mücadelesi için de bir pusuladır.