
Gezi Parkı olaylarının tarihsel bağlamı ve çıkış nedenleri
2013 yılının Mayıs ayı sonunda İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayıp tüm ülkeye yayılan protestolar, ilk olarak parkta yapılmak istenen inşaat projesine karşı çevreci bir tepki olarak ortaya çıktı. Hükümetin, Gezi Parkı’na Osmanlı dönemine ait Topçu Kışlası’nın replikasını ve alışveriş merkezi inşa etmeyi planlaması ve bu kapsamda parktaki ağaçların sökülmeye başlaması, küçük bir aktivist grubun parkta nöbet tutarak çalışmaları durdurmaya çalışmasına yol açtı.

28 Mayıs 2013’te iş makinelerinin parka girdiği haberinin sosyal medyada yayılmasıyla ilk protesto çadırları kuruldu. Ancak 31 Mayıs sabahı polisin parkta çadır kuran çevre eylemcilerini biber gazı ve şiddet kullanarak dağıtması, çadırları yakması geniş kesimlerde infial yarattı. Bu sert müdahale, İstanbul’da başlayan çevreci eylemlerin kısa sürede Türkiye’nin birçok kentine yayılan hükümet karşıtı kitlesel protestolara dönüşmesine neden oldu.

2013 yılında İstanbul Taksim Meydanı ve çevresinde yaşanan Gezi Parkı protestolarından bir kare. Polisin yoğun biber gazı kullanımı ve orantısız güç kullanması, küçük bir park eylemini ülke geneline yayılan bir isyana dönüştürdü.
Gezi Parkı direnişinin temel çıkış nedeni, kentsel dönüşüm adı altında kamusal bir yeşil alanın ticarileştirilmesine duyulan tepkiydi. Ancak olayların büyümesi, hükümetin otoriter tutumuna, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara ve yaşam tarzına müdahalelere yönelik birikmiş rahatsızlıkların da dışa vurumu haline geldi. Protestoların “üç-beş ağaç” meselesini aştığı noktada, polis şiddeti ve baskıcı söylem önemli bir katalizör oldu. Yaklaşık iki hafta boyunca on binlerce eylemci Gezi Parkı’nı ve Taksim Meydanı’nı işgal ederek forumlar ve barışçıl gösteriler düzenledi; farklı siyasi görüşlerden bireyler yan yana geldi. Nihayetinde, 15 Haziran’da güvenlik güçleri Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’na yoğun müdahalede bulunarak alanı zorla boşalttı. Üç haftaya yakın süren eylemler sırasında biri polis memuru olmak üzere toplam sekiz kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 10 bin kişi yaralandı; çok sayıda gösterici tutuklandı veya gözaltına alındı. Tarihsel boyutuyla Gezi, Cumhuriyet döneminin en geniş katılımlı sivil itiraz hareketlerinden biri olarak kolektif hafızaya kazındı.

Günümüze kadar siyasal, toplumsal ve hukuki etkileri.
Gezi Parkı protestoları, Türkiye siyasetinde derin izler bıraktı. Siyasal açıdan, iktidar kanadı Gezi’yi bir “komplo” ve hükümete karşı planlı bir kalkışma olarak nitelendirdi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, protestocuları “çapulcu” ilan ederek hareketi gayrimeşru göstermeye çalıştı ve Gezi’yi destekleyen iç ve dış odakları suçladı. Yıllar içinde bu resmi söylem pekişerek devam etti: Erdoğan 2024’te yaptığı bir konuşmada, “Cumhuriyet mitinglerinden Gezi olaylarına kadar, ülkemizin birliğini ve demokrasisini hedef alan her türlü girişimin karşısında durduk. Gezi olaylarının Türkiye’ye doğrudan maliyeti 1,4 milyar dolardır. Dolaylı etkileriyle bu rakam ürkütücü boyutlara ulaşıyor.” diyerek Gezi’yi ülke istikrarını bozmayı amaçlayan yıkıcı bir hadise olarak tanımladı. İktidar, Gezi sonrasında kitlesel protestolara karşı daha düşük tolerans gösteren ve sert güvenlik önlemlerini meşrulaştıran bir çizgiye kaydı. Örneğin, 2014 sonrasında toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununda ve uygulamalarda yapılan kısıtlamalar, Gezi’nin yarattığı endişenin bir yansıması olarak değerlendirildi.

Toplumsal alanda ise Gezi, bir yandan yeni bir siyasi bilinç ve dayanışma kültürü yaratırken diğer yandan da kutuplaşmayı derinleştirdi. Gezi’ye katılan kesimler, eylemler boyunca sergiledikleri yaratıcılık, mizah dili ve dayanışma pratikleriyle sivil toplumun potansiyelini ortaya koydular. Özellikle genç nesil için Gezi bir “uyandırma” etkisi yaptı: Daha önce siyasete mesafeli duran birçok genç, ilk kez bir toplumsal harekete katıldı ve “Bizim kuşağın olayı da buymuş!” diyerek kendilerini tarihin bir parçası olarak görmeye başladılar. Gençlerin apolitik olduğuna dair yaygın kanı sarsıldı; Gezi sürecinde genç kuşak, otoriter uygulamalara karşı hak talebinde bulunma tecrübesi kazanarak politikleşti. Bununla birlikte, Gezi’yi destekleyenlerle karşı çıkanlar arasındaki görüş ayrılıkları keskinleşti. İktidar yanlısı kesimler olayları “vandallık ve dış mihrakların oyunu” olarak belleklerine kaydederken, muhalif kesimler için Gezi “adil ve özgür bir gelecek için halkın haykırışı” anlamına gelmeye başladı. Bu durum, Türkiye toplumunda Gezi sonrasında süregelen bir kutuplaşma ekseni yarattı.
Hukuki açıdan Gezi Parkı eylemleri, çok sayıda davaya ve yıllarca süren yargı süreçlerine yol açtı. İktidar, Gezi sonrasında protestolara katılan veya destek veren kişi ve gruplara karşı cezai soruşturmalar başlattı; bu da hukukun muhalifleri sindirmek için kullanıldığı eleştirilerine neden oldu. Nitekim, Gezi eylemlerinin hemen ardından açılan soruşturmalarda bazı göstericiler “terör örgütü üyeliği” gibi ağır suçlamalarla tutuklandı. Yıllar içinde bu davaların bir kısmı düştü veya beraatle sonuçlandıysa da, sembolik öneme sahip “Gezi davası” ülke gündemini uzun süre meşgul etti. İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşlar, savcıların 2013’teki kitlesel protestoları hükümeti devirme girişimi olarak yeniden kurgulayarak, barışçıl gösterileri suç haline getirmeye çalıştığına dikkat çekti. 2019’da hazırlanan 657 sayfalık iddianame, dönemin Başbakanı Erdoğan ve kabine üyelerini “mağdur” olarak tanımlarken, Gezi protestolarını “üst düzeyde yürütülen siyasi amaçlı bir komplo” şeklinde sunuyordu. Bu durum, hukuki sürecin objektiflikten uzaklaştığı ve siyasal hesaplaşma aracı haline geldiği eleştirilerini beraberinde getirdi.

Muhalefet, gençlik hareketi ve sivil toplum üzerindeki kalıcı etkileri
Gezi Parkı direnişi, aradan geçen yıllara rağmen Türkiye’de muhalefet kültürü, gençlik hareketleri ve sivil toplumu derinden etkilemeye devam ediyor. Muhalefet cephesi için Gezi, otoriter gidişata karşı toplumun farklı kesimlerinin birleşebileceğinin bir kanıtı oldu. O güne dek bir araya gelmesi zor görünen gruplar – örneğin laik milliyetçiler, Kürt hareketi sempatizanları, muhafazakâr antikapitalistler, futbol taraftar grupları – Gezi’de omuz omuza durdu. Park forumlarında ve sokaklarda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerle “özgürlük ve adalet” talep eden muhafazakâr gençler yan yana geldi; milliyetçi sloganlarla Kürtçe sloganlar aynı anda yankılandı. Bu, Türkiye siyasetinde alışılmış kimlik ayrışmalarının ötesine geçilebileceğini gösteren çarpıcı bir deneyim oldu. Nitekim sosyologlar, Gezi’nin farklı yaşam tarzlarından gençler arasında bir empati ve diyalog zemini oluşturduğunu, birbirlerini anlamayan kesimlerin ilk kez birbirlerinin taleplerine kulak vermeye başladığını belirtiyor. Örneğin, eylemler sırasında düzenlenen “yeryüzü iftarları”nda seküler gençler oruç tutan dindar gençlerle aynı sofrayı paylaştı – bu sembolik görüntüler, yeni bir toplumsal uzlaşma imkanına işaret ediyordu.
Gençlik hareketleri açısından Gezi, 1980 sonrası kuşağın gördüğü en geniş katılımlı ve yaratıcı protesto dalgası oldu. Uzun süre gençleri “apolitik” ve “ilgisiz” diye yaftalayan anlayış Gezi ile sarsıldı. Bir araştırmacının vurguladığı gibi, Gezi olayları gençler için önemli bir politikleşme yarattı; daha önce hiçbir eyleme katılmamış, gündelik siyasete ilgisiz gençler bile Gezi sürecinde belirli bir politik bilinç kazandı. Kendilerine yapıştırılan “apolitik gençlik” etiketini reddederek, “Bizim kuşağın olayı da buymuş!” sözleriyle tarihi bir misyon üstlendiklerini dile getirdiler. Gezi kuşağı, demokratik haklar ve özgürlükler için mücadele etmenin değerini deneyimleyerek öğrendi. Barışçıl protesto hakkını kullanmanın “terörizm” olmadığını bizzat yaşayarak gördüler; okulda anlatılan resmi tarihin ve medyanın sunduğu tek taraflı bilgilerin ötesinde kendi deneyimleriyle demokratik vatandaşlık bilinci edindiler. Bu kuşak, sonraki yıllarda çeşitli toplumsal hareketlerde (üniversite protestoları, iklim eylemleri vb.) daha aktif rol alarak Gezi’nin mirasını devam ettirdi.
Sivil toplum üzerinde Gezi’nin hem ilham verici hem de zorlu sonuçları oldu. Gezi öncesinde kısıtlı etki alanı olduğu düşünülen örgütlü sivil toplum, milyonların desteğini alabileceğini Gezi’de gösterdi. Aktivistler ve STK’lar, yıllardır dile getirdikleri kent hakkı, çevre, özgürlük taleplerinin aslında toplumda geniş bir karşılığı olduğunu fark etti. Gazeteci ve antropolog Ayşe Çavdar’a göre Gezi, iktidara önemli bir gerçeği gösterdi: Toplumda asla ikna edemeyeceği oldukça büyük bir kesim var ve bir kriz anında normalde birbiriyle geçinemeyen gruplar bile siyasi dayanışma gösterebiliyor. İktidar bunu kendi bekası için en büyük tehdit olarak algıladı ve o andan itibaren elindeki tüm yollarla siyasi ve sivil oluşumları bastırmaya, bölmeye ve bir daha hareket edemeyecek şekilde etkisiz hale getirmeye girişti. Bu süreç, özellikle 2013 sonrasından başlayıp 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL döneminde iyice belirginleşti. Pek çok dernek, vakıf ve medya kuruluşu kapatıldı; protesto gösterilerine sıkı yasaklar getirildi. Ancak paradoksal olarak bu baskılar, sivil toplumun direnç ve bağışıklığını artırdı. Çavdar, Gezi’den bu yana yaşananların toplumun her kesimine yönelik bir sindirme harekâtı olduğunu, görünürde başarılı gibi dursa da aslında sivil toplumu daha stratejik ve dirençli hale getirdiğini vurguluyor. Nitekim aradan geçen yıllara rağmen çevre hareketleri, kadın hakları protestoları, yerel adalet arayışları gibi çeşitli toplumsal muhalefet alanlarında Gezi’nin coşkulu ruhunun izlerini görmek mümkün. Gezi’nin Türkiye tarihinde adeta yeni bir “nirengi noktası” olduğu ve bu otoriter dönem sona erdiğinde, bir daha benzer baskılara izin vermeyecek tecrübe ve arzuya sahip bir sivil toplumun baki kalacağı fikri muhalefet çevrelerinde hakimdir.
Yıldönümünde Gezi’nin anması: medya, siyasi partiler ve kamuoyu
Gezi Parkı olaylarının yıldönümleri, her yıl hem iktidar hem muhalefet cephesinde farklı söylemler ve pratiklerle anılıyor. Medya boyutuyla, hükümet kontrolündeki ana akım ve resmi medya Gezi’yi anma girişimlerine genellikle mesafeli veya olumsuz yaklaşmaktadır. Devlete yakın basın, Gezi’yi ısrarla “şiddet eylemleri” vurgusuyla hatırlatır. Örneğin, Anadolu Ajansı 12. yıl dönümüne dair haberinde, Gezi sürecinde “terör örgütlerinin bayraklarının açıldığı, kamu malına zarar verildiği eylemler” yaşandığını özellikle belirtmiş, 15 Haziran 2013’te polisin Gezi Parkı’na girerek kontrolü sağladığını aktarmıştır. Aynı haberde eylemler sırasında 46 kamu binası, 231 polis aracı, 44 ambulansın kullanılamaz hale geldiği, 326 işyeri ve 201 özel aracın tahrip edildiği gibi hasar bilançosu verilerek Gezi’nin ülkeye verdiği maddi zarar vurgulanmıştır. İktidar yanlısı medya ve siyasetçiler, her yıl dönümünde benzer şekilde Gezi’yi “dış güçlerin oyunu”, “vandallık” veya “darbe teşebbüsü” söylemleriyle anarak, toplumsal hafızada hareketi gayrimeşru bir yere oturtmaya çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi protestocuları için ağır hakaretler içeren ifadeler kullanması (2022’de grup konuşmasında eylemcilere “sürtük” demesi gibi) bu resmi yaklaşımın ne denli sert olduğunun göstergesidir. İktidar blokunun bu tavrı, kamuoyunun muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerinde Gezi’ye yönelik olumsuz algıyı pekiştirirken; diğer kesimlerde tepki ve sahiplenme duygusunu canlı tutmaktadır.

Buna karşılık muhalefet partileri ve bağımsız medya, Gezi’nin yıldönümlerini demokrasi ve hak arayışı mücadelesinin onurlu bir parçası olarak anmaya özen gösteriyor. Her 31 Mayıs’ta muhalefet liderleri ve milletvekilleri Gezi’ye dair mesajlar paylaşıyor, hayatını kaybeden gençleri anıyor ve “Gezi ruhunun” önemini vurguluyor. Örneğin, CHP lideri (dönemin) Kemal Kılıçdaroğlu, Gezi’nin 9. yıldönümünde “Gezi direnişi, demokrasi tarihimizde özgürlüğü haykıran gençlerin sesidir; dayanışmaya, barışa, kardeşliğe ve demokrasiye adanmış milletimizin hareketidir… Gezi’de yitirdiklerimize sözümüz var: Bu güzel ülkemize gerçek anlamda demokrasiyi getireceğiz!” diyerek hareketi sahiplenmişti. 2025’teki 12. yıl anmasında ise yeni CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Gezi’yi “Türkiye tarihinin en geniş katılımlı, en barışçıl sivil eylemi” olarak niteledi ve “yeşiliyle, doğasıyla adil ve özgür bir gelecek için mücadelemiz bugün de sürüyor” diyerek Gezi’nin ideallerinin devam ettiğini belirtti. Özel ayrıca, Gezi eylemleri sırasında öldürülen gençleri rahmet ve saygıyla andığını ifade edip “hiçbir suçu olmadığı halde kin uğruna hapiste tutulan” Gezi tutuklularının (Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater) bir an önce özgür kalmasını dilediğini açıkladı. Benzer şekilde, diğer muhalefet partileri (örneğin Türkiye İşçi Partisi, TKP, Emek Partisi, Sol Parti, HDP vb.) temsilcileri de Gezi’ye sahip çıkan mesajlar vermekte, Gezi’yi bir toplumsal uyanış ve dayanışma sembolü olarak nitelemektedir.
Kamuoyu nezdinde, Gezi’nin yıldönümleri toplumsal hafızadaki bölünmeyi yansıtıyor. Her yıl Mayıs sonunda sosyal medyada Gezi’ye dair etiketler (hashtag) trend olmakta; Gezi’ye sempati duyan kesimler “#HerYerTaksimHerYerDireniş” gibi sloganlarla anı tazelerken, karşıt görüştekiler Gezi’yi kınayan paylaşımlar yapmaktadır. İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlerde sivil toplum örgütleri ve Taksim Dayanışması gibi platformlar anma etkinlikleri düzenlemeye çalışıyor. 2023’teki 10. yıl dönümünde Taksim Dayanışması, Makine Mühendisleri Odası önünde “Gezi Parkı’nı koruduğumuz için gurur duyuyoruz. 10 yıl geçmesine rağmen o günkü adaletsizlikler ve eşitsizlikler devam ediyor, umudu büyüteceğiz, adaleti bu topraklara mutlaka getireceğiz.” şeklinde bir basın açıklaması yaptı. Ancak bu barışçıl anma etkinlikleri dahi genellikle engellemelerle karşılaşıyor. 10. yılda Taksim civarında toplanan kalabalığa polis, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” ve benzeri sloganlar atarak yürümek istediklerinde müdahale etti; toplam 59 kişi gözaltına alındı. 2022’deki 9. yıl anmasında da Gezi Parkı ve Taksim Meydanı polis bariyerleriyle çevrilmiş, ara sokaklarda toplanan gruplara biber gazıyla müdahale edilmiş ve birçok gösterici gözaltına alınmıştı. Bu tablo, resmi makamların Gezi’ye dair kamusal alandaki anmalara müsamaha göstermediğini ortaya koyuyor. Yine de her yıl dönümünde muhalif medya organları, köşe yazıları ve belgesellerle Gezi’yi hatırlatmaya devam ediyor; olayların önemi ve bugüne etkileri tartışılıyor. Özellikle bağımsız internet medyası ve uluslararası basın, Gezi’nin yıldönümlerinde kapsamlı analiz ve haberlere yer vererek hafızayı diri tutuyor. Sonuç olarak, Gezi’nin yıldönümü Türkiye’de adeta iki farklı perspektiften iki farklı anlatı ile anılıyor: Resmi anlatı onu karanlık bir kalkışma olarak kaydetmeye çalışırken, muhalif anlatı onu ortak değerler etrafında kenetlenmiş barışçı bir halk hareketi olarak yüceltiyor.
Gezi davaları ve yargı süreçlerinin güncel durumu

Gezi Parkı protestoları sonrasında en fazla ses getiren hukuki süreç, iş insanı ve sivil toplum figürü Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu sanıklara karşı açılan Gezi davası oldu. Soruşturmalar yıllar içinde dalgalı bir seyir izledi: İlk olarak 2013 yazında çeşitli gruplara yönelik davalar açıldıysa da, kapsamlı dava 2017’de Osman Kavala’nın tutuklanmasıyla ivme kazandı. Osman Kavala, 1 Kasım 2017’den beri tutuklu bulunuyor ve savcılar onu Gezi’nin finansörü ve organizatörü olmakla suçladılar. 2019’da hazırlanan iddianame ile Kavala ve 15 kişi hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Bu iddianame ciddi eleştirilere konu oldu; zira delil olarak sunulanlar telefon görüşmesi kayıtları, sosyal medya paylaşımları ve seyahat bilgileri gibi, suç isnadıyla doğrudan bağlantısı kurulamayan unsurlardı. Nitekim Şubat 2020’de görülen davanın ilk karar duruşmasında mahkeme, Osman Kavala ve diğer 8 sanık hakkında yeterli somut delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verdi; Kavala’nın tahliyesine hükmetti. Ancak Kavala, beraat ettiği gün 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle ilişkilendirilerek başka bir suçlamadan yeniden gözaltına alındı ve serbest kalamadı. Dahası, 2021’de istinaf mahkemesi beraat kararlarını bozdu ve Gezi davası yeniden açıldı.
Yargı süreci, ulusal ve uluslararası alanda yakından izlenen bir hukuk mücadelesine dönüştü. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen birleşik davada (Gezi davası ile Çarşı davası ve Kavala’nın darbe girişimi davası birleştirilip sonra tekrar ayrılmıştı), 25 Nisan 2022 tarihinde hüküm kuruldu. Mahkeme, Osman Kavala’yı “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm ederken; şehir plancısı Tayfun Kahraman, mimar Mücella Yapıcı, film yapımcısı Çiğdem Mater, avukat Can Atalay, akademisyen Hakan Altınay, sivil aktivist Mine Özerden ve iş insanı Yiğit Ali Ekmekçi’yi “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçundan 18’er yıl hapis cezasına çarptırdı. Kararın açıklanmasıyla birlikte sanıklar tutuklanarak cezaevine gönderildi; yurtdışında bulunan firari 9 sanığın dosyası ayrıldı. Bu karar Türkiye içinde demokrasi ve yargı bağımsızlığı tartışmalarını alevlendirirken, Avrupa Birliği ve uluslararası insan hakları örgütleri tarafından da sert biçimde eleştirildi. Avrupa Parlamentosu ve çeşitli AB yetkilileri, kararın siyasi güdümlü olduğunu ileri sürerek Kavala’nın serbest bırakılması çağrısını yinelediler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Osman Kavala’nın tutukluluğunun hak ihlali olduğuna dair bağlayıcı kararlar vermişti (ilk karar Aralık 2019’da, ikinci karar 2022’de); ancak Türkiye yargısı bu kararları uygulamadı. AİHM kararlarına uymadığı için Türkiye hakkında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından ihlal süreci başlatılması bile gündeme geldi. Türkiye’de ise iktidar, bu tepkileri “içişlerine karışma” olarak niteleyip yargı kararını savundu.
Dosya, istinaf ve temyiz aşamalarında da hareketliydi. İstanbul Bölge Adliye (istinaf) Mahkemesi 28 Aralık 2022’de yerel mahkemenin kararını hukuka uygun bulup onadı. Ardından Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 28 Eylül 2023 tarihinde temyiz incelemesini tamamlayarak karma bir karar verdi: Osman Kavala’nın müebbet hapis cezasını ve sanıklardan Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater’e verilen 18’er yıl hapis cezalarını onadı; buna karşılık Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi ve Mücella Yapıcı hakkındaki 18 yıllık hapis cezalarını delil yetersizliğinden bozdu. Yargıtay bozma kararıyla birlikte cezaevinde bulunan Mücella Yapıcı ve Hakan Altınay’ın tahliyesine hükmetti. (Yiğit Ali Ekmekçi duruşmalara tutuksuz katılmıştı). Böylece, Gezi davası hükümlülerinden bir kısmı serbest kalırken Kavala ve diğer dört isim için kararlar kesinleşmiş oldu. Bozma kararı sonrası, Altınay, Yapıcı ve Ekmekçi’nin “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla yeniden yargılanmasına 21 Şubat 2024’te başlandı. Bu yeniden yargılama neticesinde, 11 Şubat 2025 tarihinde mahkeme üç sanık için beraat kararı verdi; yıllardır süren adli kontrol ve belirsizlik sona erdi. Uluslararası Af Örgütü, bu kararı memnuniyetle karşılarken “Mücella Yapıcı, Hakan Altınay ve Yiğit Ekmekçi’ye yönelik siyasi saikli yargılamanın nihayet son bulduğunu” açıkladı. Af Örgütü aynı açıklamada, halen cezaevinde olan diğer Gezi davası mahkûmları Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in de derhal serbest bırakılması çağrısını yeniledi.

Gelinen noktada, Osman Kavala yaklaşık 7,5 yıldır (Kasım 2017’den beri) kesintisiz tutuklu ve hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kesinleşmiş durumda. Kavala, içeride kalmaya devam ederek adeta Gezi sürecinin “rehinesi” haline gelmiş bulunuyor – zira AİHM kararlarına rağmen tahliye edilmemesi hukukun üstünlüğü açısından ciddi bir sorun olarak vurgulanıyor.
Can Atalay, Gezi davasında 18 yıl ceza alıp tutuklanan isimlerden biri olmasına karşın Mayıs 2023 genel seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçildi. Normalde yasama dokunulmazlığı kazanması nedeniyle serbest kalması gerekirken, yargı makamları Atalay’ı tahliye etmeyi reddetti ve vekilliğini düşürme yoluna gitti. Anayasa Mahkemesi, Atalay’ın seçilme hakkının ihlal edildiğine hükmederek vekilliğinin düşürülmesini “yok hükmünde” saydı (gerekçeli karar Şubat 2024’te alındı, Ağustos 2024’te Resmî Gazete’de yayımlandı). Bu karara rağmen Atalay aylardır cezaevinde tutulmaya devam etti; neticede Yargıtay tüm yargı yolları tükendiği için 30 Ocak 2024’te Atalay’ın milletvekilliğini düşüren kararı Meclis’te okutmuş oldu. Şu an itibarıyla Atalay halen cezaevinde ve dosyası açısından tek umut, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kapsamında hak ihlali kararının uygulanması olarak görülüyor. Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater de haklarında kesinleşen 18’er yıllık hapis cezaları nedeniyle cezaevinde bulunuyorlar. Bu üç isim, 2022’deki mahkûmiyet kararından beri tutuklu; her ne kadar haklarında herhangi bir somut suç delili ortaya konmadığı uluslararası kuruluşlarca dile getirilse de, uzun hapis cezalarına mahkûm edilmiş durumdalar.
Gezi davaları sadece bu “büyük dava” ile sınırlı kalmadı. Geçen 12 yılın ardından dahi, yeni soruşturmalar açıldığı görüldü. Örneğin Ocak 2025’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2013’teki eylemlere katılan bazı sanatçılar hakkında yeni bir soruşturma başlattı. Ünlü oyuncular Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu, Gezi’ye katılımlarıyla ilgili tanık ifadelerinde gerçeğe aykırı beyanda bulundukları iddiasıyla yargılandılar. Bu kapsamda menajer Ayşe Barım’ın, oyuncuları Gezi’ye yönlendirdiği iddiasıyla ifadesi alındı ve iki oyuncuya “yalancı tanıklık” suçundan ertelemeli hapis cezaları verildi. İlginç bir şekilde, bu soruşturmanın 12 yıl sonra başlamasına yol açan ihbarı yapan “muhbir vatandaş”ın, sicilinde nitelikli dolandırıcılık suçları bulunan biri olduğu ortaya çıktı. Barış Terkoğlu’nun konuya ilişkin haberine göre savcılık aslında başta “ortada suç yok” diyerek dosyayı kapatmayı düşünmüşken, sonradan süreç işletilerek bu sonuçlara varıldı. Bu örnek dahi, aradan uzun süre geçmesine rağmen Gezi’ye dair hukuki hesaplaşmaların ve bazı kesimlerin “intikam” duygusunun sona ermediğini gösteriyor.
Özetlemek gerekirse, 2025 itibarıyla Gezi Parkı protestolarına ilişkin yargı süreçlerinde karmaşık ancak önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bir yandan, Yargıtay kararıyla üç sanığın beraati ve tahliyesi gibi olumlu adımlar görülmüş; öte yandan Osman Kavala ve diğer dört kişinin haksız tutukluluklarının devam etmesi ciddi bir adaletsizlik olarak sürmektedir. Bu durum, Türkiye’de hukuk devletinin durumu ve yargının siyasallaşması tartışmalarının odağında yer almaktadır. Avrupa Konseyi ve AİHM nezdinde Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi beklenirken, içeride muhalefet ve sivil toplum “Gezi tutsakları”nın serbest bırakılması için mücadeleyi sürdürmektedir. Gezi yargılamaları, iktidarın toplumsal muhalefete bakışını ve yargıyı kullanma biçimini simgeleyen bir turnusol kâğıdı işlevi görmeye devam etmektedir.
Kolektif hafızada gezi
Gezi Parkı direnişinin Türkiye’nin kolektif hafızasındaki yeri son derece güçlü ve tartışmalıdır. Bir kesimin zihninde Gezi, ortak dayanışma ruhunun ve halkın demokrasi talebinin sembolü olarak yaşamaktadır. Gezi denilince akla gelen sloganlar, simgeler ve anılar yıllar içinde adeta efsanevi bir nitelik kazanmıştır. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”, “Her yer Taksim, her yer direniş!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” gibi sloganlar sadece 2013’ün değil, sonraki tüm hak mücadelelerinin de motto’su haline gelmiştir. 10. yılda Taksim’de açılan “Karanlık gidecek, Gezi kalacak” yazılı pankart, Gezi’nin kolektif hafızada artık karanlığa karşı kalıcı bir meşale gibi görüldüğünü anlatır. Yine direniş sırasında simgeleşen “kırmızılı kadın” fotoğrafı, “duran adam” eylemi, penguen belgeseli (ana akım medyanın olayları sansürlemesine tepki olarak) gibi imgeler de toplumsal bellekte yerini almıştır. Bu semboller, yıllar geçse de karikatürlerde, duvar resimlerinde, protesto pankartlarında yaşamaya devam ediyor.

Ancak kolektif hafızanın bu güçlü damarı karşısında, iktidar cenahı da Gezi’nin hatırlanmasını engellemek veya kendi çerçevesinde yönlendirmek için çeşitli yasaklar ve baskılar uyguladı. Gezi’nin yıldönümlerinde Taksim Meydanı ve Gezi Parkı fiilen yasak bölge haline getiriliyor; anma amacıyla toplanan kitlelere her seferinde polis müdahalesiyle dağıtma yoluna gidiler. Kamu kurumlarında veya okullarda Gezi’ye olumlu atıf yapmak adeta tabu sayılıyor; resmi tarih yazımında Gezi, bir vandallık ve kalkışma olarak damgalanıyor. Örneğin, 2013 kuşağının üniversite mezuniyet törenlerinde Gezi’ye dair pankart açmaları engellendiği gibi, kamu görevlilerinin Gezi hakkında sosyal medyada destekleyici paylaşım yapmaları disiplin cezalarıyla karşılaşabiliyor. Hatta Gezi olaylarını anlatan belgesel filmlerin gösterimleri bile zaman zaman sansüre takılabiliyor. Tüm bu baskılara rağmen, sivil inisiyatifler Gezi’ye dair hafızayı yaşatmak için çeşitli yollar buldular. Belgesel yapımlar, anı kitapları, akademik çalışmalar ve sergilerle Gezi’nin hikâyesi kayıt altına alındı. Örneğin, bazı belgeseller (özellikle yurtdışında gösterilen) 2013 Haziran’ında yaşananları tüm çıplaklığıyla anlatırken; “Gezi Dijital Arşivi” gibi çevrimiçi platformlar gönüllülerin katkısıyla direnişin hafızasını gelecek nesillere aktarmayı amaçladı.

Gezi’nin kolektif hafızadaki belki de en duygusal boyutu, eylemler sırasında hayatını kaybeden gençlerin anısıdır. Berkin Elvan (14 yaşında, polis fişeğiyle vurulup komada yaşamını yitirdi), Ali İsmail Korkmaz (Eskişehir’de sivil giyimli kişilerce dövülerek öldürüldü), Ethem Sarısülük (Ankara’da polis kurşunuyla öldü), Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım ve Hasan Ferit Gedik gibi isimler, Gezi direnişinin “şehitleri” olarak anılıyor. Her yıl onların doğum veya vefat yıldönümlerinde anma törenleri düzenleyen aileler ve destekçiler, adalet taleplerini yineliyor.

10. yıl dönümündeki açıklamalarda da “Bu memleket aydınlığa kavuşsun diye gencecik yaşlarında hayatlarını kaybeden Berkin’imizin, Ali İsmail’imizin, Abdocan’ımızın, Mehmet’imizin, Ethem’imizin, Ahmet’imizin, Medeni’mizin ve Hasan Ferit’imizin anılarıyla gurur duyuyoruz” sözleriyle bu gençlerin isimleri tek tek okunup “yaşıyor” diye haykırılarak yâd edildi. Bu cümle, Gezi’nin kolektif hafızasında ne şekilde yer ettiğini özetler niteliktedir: Onlar, daha aydınlık bir Türkiye için mücadele eden ve bu uğurda hayatını kaybeden sembol kahramanlar olarak görülmektedir. Dolayısıyla Gezi, sadece politik bir olay değil; aynı zamanda duygusal ve etik bir referans noktasıdır.

Sonuç olarak, Taksim Gezi Parkı protestoları aradan 12 yıl geçse de Türkiye’de siyaset ve toplum üzerinde silinmez izler bırakmıştır. 2013’te birkaç ağacı ve parkı korumak hedefiyle başlayıp milyonların katılımıyla ülke tarihinin en büyük kitlesel itirazlarından birine dönüşen Gezi, iktidar ile toplum arasındaki ilişkinin yönünü değiştirmiş, yeni nesillere politik bilinç aşılamış ve sivil toplumu dönüştürmüştür. 2025 itibarıyla, Gezi’nin siyasal sonuçları (artan otoriterleşme ve muhalefetin güçlenmesi), toplumsal sonuçları (gençliğin uyanışı ve dayanışma deneyimi) ve hukuki sonuçları (uzun soluklu davalar ve hak ihlalleri) iç içe geçmiş durumdadır. Gezi’nin yıldönümleri her yıl ülkenin demokrasi karnesinin adeta bir göstergesi haline geliyor: Bir tarafta onu bastırmaya çalışanlar, diğer tarafta “Karanlık gider, Gezi kalır” diyerek umudu büyütenler var. Bu ikilem, Gezi Parkı protestolarının Türkiye’nin yakın dönem tarihinde ne denli kritik bir eşik olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
*****
Türkiye’nin yakın geçmişindeki en büyük kitlesel eylem olan Gezi Parkı’nın üzerinden 12 yıl geçti. Mayıs 2013’te başlayan ve 20 gün süren eylemler, Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı. Gezi Parkı eylemlerinde gün gün neler yaşandığını ve sonrasını sizler için derledik…
Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarının bir kısmı Mayıs 2013’te yıkıldı ve beş ağaç yerinden söküldü. Yaklaşık 70 kişi ve Taksim Dayanışması üyeleri, parkın yıkılmasına tepki göstererek iş makinalarının önünde durdu, sosyal medya üzerinden toplanma çağrısı yaptı.
Bu çağrının ardından eylemciler çadır kurarak parkı korumaya çalışırken polisin biber gazlı müdahalesine maruz kaldı. 29 Mayıs sabahına gelindiğinde, polis parkta kalanlara müdahale etti ve çadırları söktü. Bu müdahalenin ardından eylemciler yeniden çadırlarını kurdu ve parkta kalmaya devam etti. 30 Mayıs 2013’te polis yeniden müdahale etti, eylemcilerden bazıları bu müdahale sırasında yaralandı. 31 Mayıs sabahı polis parka baskın düzenledikten sonra eylemler sadece İstanbul ile sınırlı kalmadı.
Gezi eylemleri, “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganıyla İstanbul dışına çıktı, 79 kente yayıldı. Eylemlerde Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan, Abdullah Cömert ve Medeni Yıldırım hayatını kaybetti. Eylemlerden yaklaşık dokuz yıl sonra (25 Nisan 2022) ise Gezi Parkı davasında mahkeme heyeti Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet hapisle, Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Çiğdem Mater’in ise 18’e yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına hükmetti.

Emniyet Genel Müdürlüğü raporlarına göre bu süre boyunca Gezi Parkı’ndaki eylemlere destek vermek için Bayburt hariç Türkiye’nin tüm kentlerinde protesto gösterileri düzenlendi
Gezi Parkı eylemleri esnasında gün gün neler yaşandı?
27 Mayıs 2013
- Gece yarısı Gezi Parkı’nın Divan Otel tarafındaki duvarının yıkılması ve bazı ağaçların sökülmesiyle birlikte Taksim Gezi Parkı Derneği üyeleri tarafından sosyal medya üzerinden eylem çağrısı yapıldı ve yıkım çalışmalarının durdurulması istendi. Çadır kurarak parkta beklemeye başlayan eylemcilere polis, biber gazıyla müdahale etti ve bu durumun ardından kalabalık giderek arttı.
28 Mayıs 2013
- Sabah saatlerinde Taksim Dayanışması’nın çağrısı üzerine parkta toplanan kalabalık artmaya başlarken kalabalığın artmasıyla birlikte çevik kuvvet polisleri meydanda konuşlanmaya başladı. Polis, toplanan kalabalığa biber gazıyla müdahale ederken öğle saatlerinde dönemin Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, eylemcilere destek olmaya geldi.
- Yıkım çalışmalarına devam etmek için iş makinaları ilerlerken büyük çoğunluğu zabıta önlüğü giymiş olan Kalyon İnşaat çalışanları duruma müdahale etmek istedi. Önder, iş makinalarının önüne geçerek yıkım ekibinin ruhsatlarının olmadığını söyledi ve yıkım çalışmaları durdu. Önder, “Ben ağacın da vekiliyim. Ağaçları kestirmeyeceğiz. Fakir fukaranın gölgesinin kesilmesine izin vermeyeceğiz” dedi.
- CHP adına ise Gezi Parkı’na ilk olarak dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin geldi.

- Taksim Dayanışması’nın da yer aldığı kalabalık, parkta çadır kurarak çalışmaların devam etmesini engelledi. Eylemciler çalışmaların tekrar başlayabilme riskine karşı Gezi Parkı’nı terk etmedi. Bir gün önce sökülen ağaçların yerine yeni fidanlar dikildi. Parka gelen bazı sanatçılar, eylemcilere destek olmak için konser düzenledi. Akşam saatlerinde film gösterimi ve müzik dinletisi gibi etkinlikler düzenlendi.
- Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün temel atma töreninde konuşan Başbakan Erdoğan ise “İşte birileri geliyor, Taksim Meydanı’nda yok Gezi Parkı şöyle olmuş, böyle olmuş, gösteri yapacaklar şudur budur vesaire. Ne yaparsanız yapın. Biz kararı verdik. Verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz” dedi.
- Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gezi Parkı’na gelerek protestoculara destek verdi ve her gün bir CHP milletvekilinin bu protestolara katılacağını açıkladı.
30 Mayıs 2013
- Polis bu kez daha sert bir saldırıda bulunarak, parkta bulunan çadırları kaldırdı. Eylemciler, biber gazı ve TOMA ile saldırılarak parktan uzaklaştırıldı. Ancak kısa süre sonra eylemcilere halktan geniş katılımın olmasıyla birlikte parka bir kez daha girildi.
- Sırrı Süreyya Önder, tekrar Gezi Parkı’na gelerek, yıkım ekibindeki dozerlerin önüne geçti ve çalışmaları yeniden durdurdu. Parkta toplanan eylemciler sabahlamaya devam etti.
- Ankara’da ise ODTÜ’lü öğrenciler Gezi eylemlerine destek olmak için yürüyüşe geçti. Polisin sert müdahalesiyle karşılaşan öğrenciler, sabaha kadar eylemlerine devam ederken vatandaşlar da tencere ve tavalarla evlerinden eylemcilere destek oldu.

31 Mayıs 2013:
- Sabah saat beş sularında parkta uyuyan eylemcilere polis daha sert müdahalede bulundu. Biber gazıyla müdahalenin ardından eylemcilerin içinde uyudukları çadırlar ateşe verildi. Gün içerisinde Taksim’de eylemler devam ederken, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası’nın yapımına onay veren kararı iptal etti.
- Polis çadırları kendisinin yakmadığını, eylemciler tarafından yakıldığını açıkladı. Ancak çekilen görüntülerde yakma işlemini yapanların polis ve zabıta olduğu anlaşıldı. Dönemin Beyoğlu İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı olan ve 15 Temmuz’dan sonra ihraç edilen Ramazan Emekli, daha sonrasında olaylara ilişkin “görevi kötüye kullanmak” ve “genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması” suçlarından 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
- Taksim’e ulaşan füniküler, metro ve otobüs gibi toplu taşımanın kapatılmasına rağmen kalabalık daha da büyüdü. On binlerce kişi İstiklal Caddesi, Osmanbey, Sıraselviler ve Tarlabaşı yönlerinden Taksim Meydanı’na çıkmaya çalışırken, polis de biber gazı ve plastik mermi kullandı. İstiklal Caddesi’ni binlerce gaz kapsülü kapladı. İstanbul Tabip Odası, olaylarda 100’den fazla kişinin yaralandığını açıkladı.
- İstanbul’un başka semtlerinde de sokağa yüzlerce kişi çıkarken, evlerinin pencerelerinden eylemlere destek vermek amacıyla tencere ve tavalara vurarak ses çıkaranlar oldu.

1 Haziran 2013
- Polislerin Gezi Parkı’ndaki çadırları yakmasının ardından başlayan olaylar 24 saat boyunca hız kesmeden sürdü ve yayıldı. Kadıköy’de partisinin mitinginde Taksim’i işaret eden Kılıçdaroğlu’nun çağrısının ardından Anadolu yakasında Gezi Parkı eylemlerine destek vermek amacıyla toplanan kalabalık, O dönemki ismiyle Boğaziçi Köprüsü olan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden yürüyerek Taksim Meydanı’na ulaştı.
- CHP önderliğindeki vatandaşların Taksim’e doğru yürümesinin ardından Taksim Meydanı ve Gezi Parkı etrafındaki polisler, araçlarını bırakarak geri çekildi. Yurttaşlar bunun üzerine parkı kapatan bariyerleri yıkarak içeriye girdi. Taksim Meydanı’nda büyük bir coşku yaşandı.
- Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de ilk kez konuyla ilgili bir açıklama yaparken hükümetten farklı düşünce ve kaygılara daha çok kulak vermesini istedi. Gül ayrıca polisin de müdahalelerinde ölçülü olası gerektiğini söyledi.
- Başbakan Erdoğan ise biber gazı kullanımının yanlış olduğunu ve incelendiğini belirterek, eylemcilerden Taksim’de esnaf, yaya ve ziyaretçilere “daha fazla zarar verilmemesini” istedi.

2 Haziran 2013:
- Polisin Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’ndan çekilmesinden sonra İstanbul’un başta Beşiktaş olmak üzere diğer bazı yerlerinde ve Ankara’da toplanan göstericiler ile polis arasında sert çatışmalar yaşandı.
- Eskişehir’de düzenlenen Gezi Parkı’na destek eylemleri sırasında 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, uğradığı saldırı sonucunda ağır yaralandı. 38 gün komada kalan Korkmaz, 10 Temmuz 2013’te yaşamını yitirdi.
- Ankara’da Kızılay’da toplanan kalabalık, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanlık binasına yürümek isterken polisin müdahalesiyle karşılaştı. Olayların ardından Ankara’da yaklaşık 500 kişi gözaltına alındı.
- Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, altı günde 67 şehirde 235 eylem yapıldığını ve bin 730 kişinin gözaltına alındığını söylerken maddi zararın da 20 milyon TL’yi aştığını açıkladı.
- Erdoğan, “Açık söylüyorum; birkaç tane çapulcunun o meydana gelip insanımızı, halkımızı yanlış bilgilendirmek suretiyle tahrik etmesine pabuç bırakmayacağız” dedi.
- Habertürk TV’ye çıkan Erdoğan, “Twitter denilen bir bela var, sosyal medya denilen şey toplumların baş belasıdır” sözlerini sarf ederek, içki içen herkesi “alkolik” olarak nitelendirdi.

3 Haziran 2013:
- Eylemler tüm ülkede sürerken ilk can kayıpları yaşandı. İstanbul’un Ümraniye ilçesinde bir kişinin aracını eylemcilerin üzerine sürmesiyle 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş, Hatay’ın Antakya ilçesinde ise biber gazı kapsülü ile başından vurulan 22 yaşındaki Abdullah Cömert hayatını kaybetti.
- Erdoğan ise Afrika turuna çıkmadan önce yaptığı bir röportajda “Bizim de evlerinde zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var” dedi.

4 Haziran 2013:
- KESK ve DİSK’in aralarında bulunduğu bazı meslek örgütleri, Gezi Parkı eylemlerine destek verdiklerini açıklayarak genel grev kararı verdi. Çevik kuvvet polislerinin kasklarındaki sicil numaralarını gizlediklerine dair görüntüler sosyal medyada yayılırken Avrupa’dan da sert müdahalenin durmasına ilişkin birçok mesaj geldi.
- Bazı üniversite ve akademisyenler ile yurtdışından sivil toplum kuruluşları ve felsefeciler, polisin sert müdahalesinin durdurulması çağrısı yapan açıklamalar yaptı. Ayrıca ABD ve AB de kaygılarını dile getirdi.
- Türk Tabipleri Birliği (TTB), eylemlerin başlangıcından bu yana üçü ağır en az 2 bin 800 kişinin yaralandığını açıkladı.

5 Haziran 2013:
- Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Taksim Dayanışması’ndan bir grupla görüştü. Grup adına görüşmenin ardından bir açıklama yapan Eyüp Muhçu, Gezi Parkı için referandum önerisini kabul etmediklerini, demokratik toplumlarda halkın sağduyusunun dikkate alındığını kaydetti.
- Kendilerini “Antikapitalist Müslümanlar” olarak adlandıran grup da parka gelerek kandil simidi dağıttı.
- Sosyal medya paylaşımlarından dolayı İstanbul başta olmak üzere onlarca kentten onlarca kişi ise gözaltına alındı.

6 Haziran 2013:
- Eylemlerin 10’uncu günü nedeniyle Gezi Park’ında düzenlenmesi planlanan konser, can kayıpları nedeniyle iptal edilirken “Gezi Kütüphanesi” kuruldu.
7 Haziran 2013:
- Başbakan Erdoğan’ın Afrika turu dönüşü sırasında yaptığı açıklama “Demokratik taleplere canımız feda” cümlesini Habertürk, Türkiye, Sabah, Zaman, Yeni Şafak ve Star gazeteleri taşra baskılarında manşetten; Bugün ise sürmanşetten verdi.
- PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mesajı ise dönemin BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tarafından eylemcilere ve kamuoyuna iletildi. Öcalan mesajında, “Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Elbette ki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı” dedi.

8 Haziran 2013:
- Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş futbol takımlarının taraftar grupları birlikte Taksim’e yürümeye başladı ve bu durumun ardından sosyal medyada bu yürüyüşe “İstanbul United” adı verildi.
- Başbakan Erdoğan, İstanbul’da beş saat süren AKP Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısında, olayların arkasında “faiz lobisi, ünlü spekülatör George Soros ve Türkiye’deki işbirlikçileri” olduğunu ve kendilerine karşı bir “sivil darbe” yapılmak istendiğini bildirdi.

9 Haziran 2013:
- Taksim Dayanışma Platformu, Taksim Meydanı’nda büyük bir miting düzenledi. Gezi eylemcileri adına açıklama yapan mimar Mücella Yapıcı, “Parkımızı iade edin. Her ne ad ile olursa olsun parkın bir santimetrekaresini dahi yapılaşmaya açacak projelerinizi unutun” dedi.
- Erdoğan da önce Adana, ardından Mersin’de birer miting düzenledi ve Ankara’ya dönüşünde konuşma yaptı. Erdoğan konuşmasında, “Kızılay’da, Sıhhiye’de, yok şurada yok burada, artık bu eylemlere son verilmesini özellikle rica ediyorum. Bir derdiniz varsa, temsilcilerinizi seçersiniz ben dahi kabul ederim ama aynı şekilde devam ederseniz anladığınız dilden konuşmak zorunda kalırım” dedi.
- Erdoğan, Dolmabahçe Bezm-i Alem Camisi’ne sığınan eylemcilerin camiye ayakkabılarla girdiği ve içeride içki içtikleri yönünde bir iddia ortaya attı ancak bu iddia caminin müezzini Fuat Yıldırım tarafından yalanlandı. Yıldırım “Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı. Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı. Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükunet gelsin” dedi.

10 Haziran 2013:
- Bakanlar Kurulu toplantısının ardından bir açıklama yapan Bülent Arınç, eylemlerde yer alan bazı toplulukların Erdoğan ile görüşeceklerini açıkladı.
- Eylemlerde ön saflarda görünen sanatçılardan, oyuncu Memet Ali Alabora’nın yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde oynadığı “Mi Minör” adlı oyunun “eylemlerin provası” olduğu iddia edildi. Yeni Şafak Gazetesi’nin “Bu Ne Tesadüf” manşetiyle duyurduğu haberin ardından, Alabora hakkında soruşturma açıldı. Alabora ise basın toplantısı düzenleyerek iddiaları reddetti. Daha sonrasında ise Alabora, can güvenliğinin olmadığını söyleyerek Türkiye’den ayrılarak Galler’e yerleşti.
11 Haziran 2013:
- Polis, sabah erken saatlerinde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı’na geldi. Kısa sürede meydana hakim olan polis, AKM binası ve Cumhuriyet Anıtı üzerinde bulunan pankartları topladı. Vali Hüseyin Avni Mutlu, Gezi Parkı’na müdahale edilmeyeceğini duyurarak göstericilerin ailelerine seslendi ve Gezi Parkı’nda kalanların can güvenliklerinin olmadığını açıkladı.
- Başbakan Erdoğan ise “Taksim’de gösteri yapan ve samimi duygularla oralara gittiğini kabul ettiğim gençleri özellikle buralardan ayırarak, ‘Artık bu işi bitirin’ diyor ve gözlerinden öpüyorum” dedi
- Akşam saatlerinde polisin Gezi Parkı’na girmek istemesi sonucu halk ile polis arasında sabaha kadar çatışma yaşandı. Olayların CNN, BBC gibi pek çok yayın kuruluşu tarafından canlı olarak verilmesi üzerine hükümet, bu kuruluşların durumu “bir iç savaş gibi” göstermesine tepki gösterdi. CNN kanalının Dış Haberler Servisi Şefi ve sunucusu Christiane Amanpour canlı yayında Başbakanlık Danışmanı İbrahim Kalın’ın konuşmasını ve röportajını “show is over” diyerek yarıda kesti.
- Akşam saatlerinde Gezi Parkı’na giren polis, girişteki bazı malzeme ve çadırları kaldırdıktan sonra geri çekildi.

12 Haziran 2013:
- Erdoğan, bir grup oyuncu ve bazı sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya geldi. Bu görüşme sonrası oyuncu Necati Şaşmaz sosyal medyada alay konusu olan bir açıklama yaptı. Şaşmaz, “Geceden gündüze değil de, bugünden yarına değil, çok acil olarak değil ama çabuk çabuk yapılması gerekiyor. Acil değil ama çabuk çabuk yapılması gerekiyor, bizlere sunulması gerekiyor. Çünkü bizim gece karanlığındaki fosforlu kedi gözleri gibi bizim onları izlememiz gerekiyor” dedi.
- Polis müdahalesinin ardından devam eden çatışmalar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinledi. Aynı gün Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinde yer alan bazı grupların temsilcileri ile bir araya geldi.
- Aynı gün görüntüleri hâlâ yayınlanmayan ve kamuoyunun “Kabataş olayı” olarak bildiği bir haber kamuoyunda geniş yer buldu. 25 yaşında bir kadın, Kabataş sahilinde bebeğiyle birlikte eylemcilerin saldırısına uğradığını beyan ederek “belden yukarısı çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 70-100 kişilik grubun kendisini 52 saniye boyunca dövdüğünü” iddia etti. Saldırı iddiaları ile ilgili soruşturma başlatılırken ve iktidara yakın bazı gazeteciler görüntülerin dehşet verici olduğunu köşelerine taşıdı. Olay gününe ait kayıtlarda herhangi bir saldırıya dair görüntülerin olmadığı ortaya çıkarken, savcılık daha sonra herhangi bir delil bulunamadığı için soruşturmayı kapattı.
- Akşam saatlerinde ise iki piyanist Yiğit Özatalay ve Davide Martello, Atatürk Anıtı’nın önünde bir konser verdi.
13 Haziran 2013:
- Ankara’daki Gezi Parkı’na destek eylemleri sırasında polis memuru Ahmet Şahbaz tarafından başından vurulan Ethem Sarısülük hayatını kaybetti.
- Başbakan Erdoğan, oyuncu ve şarkıcı Hülya Avşar ile görüşürken Avşar, görüşme sonrası yaptığı açıklamada “24 saat içinde müdahale sinyali aldığını” söyledi.
14 Haziran 2013:
- Başbakan Erdoğan, bir kez daha çekilme çağrısı yaptı ve “Mesajı aldık. Yargının kararını bekleyeceğiz. Karar olumsuz çıkarsa uyacağız, olumlu çıkarsa da halkoylamasına gideceğiz. Daha ne diyeyim” dedi.
- Erdoğan eylemcilere şöyle seslendi: “Artık Gezi Parkı’ndan çekilin, evlerinize gidin. Temenni ederim ki; bugün bu iş artık biter.”
- Sağlık Bakanlığı da Gezi Parkı’nda revir ve gönüllü sağlık hizmeti sunulmasıyla ilgili soruşturma başlattı.
15 Haziran 2013:
- Taksim Dayanışması, Gezi Parkı’ndan ayrılmama kararı aldı. Başbakan Erdoğan, “Yarın İstanbul mitingimiz var. Taksim Meydanı boşaldı boşaldı. Boşalmadığı takdirde artık bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir” dedi. Bu sözlerden kısa bir süre sonra polis sert müdahalelerde bulunarak meydana girdi. Eylemciler, sert müdahalenin ardından parktan ayrılmak durumunda kaldı ve büyük bir kısmı Divan Otel’e sığındı. Polis zaman zaman otelin içine gaz fişeği atarken yüzlerce kişi sabah saatlerine kadar otelde mahsur kaldı. Müdahalede yüzlerce kişi yaralanırken, 350 kişi de gözaltına alındı.
- Böylece Taksim Meydanı’nın ardından Gezi Parkı’ndaki eylem son bulurken Taksim Meydanı ve civarına çok sayıda polis yerleştirildi ve Gezi Parkı bir süre halka kapatıldı.

16 Haziran 2016:
- Gezi Parkı’na sert müdahalenin ardından polis, sabah saatlerinde Divan Otel’de mahsur kalanların ayrılmasına izin verdi. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın sert müdahaleyle boşaltılmasının ardından İstanbul’un başka noktalarında ve Türkiye’nin diğer kentlerinde çok sayıda eylem ve çatışma yaşandı.
- İstanbul’un Okmeydanı semtinde 14 yaşındaki Berkin Elvan polis tarafından sıkılan gaz fişeğiyle kafasından ağır yaralandı. Elvan, dokuz ay yoğun bakımda kaldıktan sonra 12 Mart 2014’te yaşamını yitirdi.
- İstanbul’un Yenikapı semtinde ise Başbakan Erdoğan bir miting düzenledi. Yüzbinlerce kişinin katıldığı mitingde, Erdoğan, “Şiddet uygulayanları kameralardan bulacağız. Medyada, sosyal medyada provokasyon yapanları tek tek belirleyeceğiz” dedi. Erdoğan ayrıca destekçilerinden evlerine Türkiye bayrağı asmalarını istedi.
Eylemlerden sonra neler yaşandı?
28 Haziran 2013
- Diyarbakır’ın Lice ilçesinde jandarmanın halkın üzerine ateş açması sonucu Medeni Yıldırım hayatını kaybetti.

10 Eylül 2013:
- Yurt genelinde yıl boyunca ara ara devam eden Gezi Parkı eylemlerine katılan Ahmet Atakan, 10 Eylül 2013’te Hatay’da, polisin attığı gaz fişeği nedeniyle yaşamını yitirdi.
Taksim’de başlayan ve daha sonra Bayburt dışında tüm illere yayılan Gezi Parkı eylemlerine yaklaşık 4 milyon kişi katıldı. 10 bine yakın kişi yaralandı, çok sayıda kişi polisin hedef alarak attığı gaz fişeklerinin isabet etmesi nedeniyle gözünü kaybetti. Biri polis sekiz kişi yaşamını yitirdi. Toplam 10 bine yakın kişi yaralandı, yüzlerce kişi tutuklandı.
Erdoğan, Gezi Parkı eylemlerinden birkaç yıl sonra, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın inşa edileceğini söylemeye devam etti fakat bu konuda somut bir adım atılmadı. Temeli 17 Şubat 2017’de atılan Taksim Camii ise Erdoğan’ın da katıldığı törenle 28 Mayıs 2021’de ibadete açıldı.
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ise yıkıldıktan sonra tekrar inşa edildi ve 29 Ekim 2021’de açıldı.