Selanik’ten Tuzla’ya Göç Hikayeleri
Mübadil çocukları benzer öykülerle büyümüştür. “Oralarda” bırakılan çiftlikler, çuvalların içine saklanan bebekler, araba tekerleklerinin içine sıkıştırılan bir avuç altın, yollarda kaybedilen yakınlar, parçalanan aileler… Sonra gelinen yerde yeniden, en baştan kurulmaya çalışılan hayatlar…
………………………
Böyle başlamıştık mübadeleyi ve mübadilleri anlatmaya. Köklerini, hayatlarını bırakıp geldikleri anavatanda başlarda pek de “hoş” karşılanmayan, yeniden, yeniden başlamak zorunda kalan “göçmenlerin” öykülerine devam ediyoruz.
Ah, bir giden olsa…
Mübadele vurgununu altı yaşında bir çocukken yiyen Selanik’in Sevindik Köyü’nden Huri Sevim’in anlattıkları da şunlar:
“Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen babam Mustafa, Mustafa Kemal’in mektep arkadaşıymış. Mübadele başladığında aileden altı kişi at ve öküz arabalarıyla yola çıktık. Yanımıza ancak sekiz on kapkacak, bir sandık da giyecek eşya alabildik.
Önce Selanik’te bir hana yerleştik. Sevindik, Kılkış, Sarıdoğan ve Sarıgöl’den gelenler hep o handa toplandı. Meğer arkadaşım Nevzat’ın babası ölmüş, o yüzden kalkmamış gemi.
Nihayet yola çıktık. Çanakkale’yi bir zıt zor geçtiğimizi hatırlıyorum. Tuzla’ya inince yola çıkarken alabildiğimiz eşyalar ileşivermiş. Karantina’da geçen yedi gün sonunda o zamanlar Topçu Okulu olan şimdiki Piyade Okulu’nun yerine çadırlar yerleştirdiler bizi, Mustafa Kemal emretti, orada ekmek verdiler, sabun verdiler.
Tuzla’da ilk yıllarımız çok zor geçti. Zamanla alıştık. Benimle giden olsa Selanik’e gideceğim. Köyümü özlüyorum, köyüme bir kere gidebilsem, Selanik’e bir kere gidebilsem öldüğüme yanmam.’’
Ağlatan buluşma
1924 yılında doğup büyüdüğü topraklara veda ederek sıkıntılı bir gemi yolculuğundan sonra Tuzla’ya, ayak basan Ali Eren, o günleri anlatırken zaman zaman duygulandı. “Üç kişilik bir aileydik Sevindik’in zengin sayılabilecek ailelerindemişiz.”
Ve bir gün doğup büyüdüğümüz topraklara veda ederek yeni vatana gitmek üzere Sevindik’ten ayrıldık. Tuzla’da hükümet bize iki katlı bir Rum evi verdi.
Oraya yerleştik. 25 yıl kadar önceydi. Bir gün Yunanistan’dan turist kafilesi geldi Tuzla’ya. Bizim evi de görmek istediler. Misafirleri buyur ettik. Meğer konuklardan biri bizim evde doğmuş. Türkçe konuşuyoruz. Evi gezmek istediler. Bir odanın önüne geldiğimizde ‘Bu odaya girebilir miyim?’ diye izin istedi. Meğer o oda papaz olan babasının odasıymış ve o odaya hiç kimse giremezmiş. Kadın odaya girdiği zaman o kadar duygulandı ki, ağlamaya başladı. Evinizde güle güle oturun dedi. Peki, vatan neresi Ali Eren için?
“Vatan bizim için burası. Ben Sevindik’i özlemiyorum. Bazı arkadaşlar gidelim diyor ama benim için orası ha Yunanistan, ha Fransa. Oraya bir özlem duymuyorum.
İki altına bir çürük elma
1917 yılında Sevindik’te doğan Demirali Başlıoğlu’nun mübadeleye tanıklığı da şöyle:
“Köy hayatı nasılsa, Sevindik’te öyle geçti çocukluğum. Ailemiz anne, baba, altı kardeş, teyze ve hala on kişiydi. Buraya onumuz da geldik. Biz de çiftlik ve hayvancılıkla geçiniyorduk. Rumlar Sevindik’e gelince mübadele olacağını anladık.
Tuzla’ya geldiğimizde bizi filikalarla karantinaya çıkardılar. Orada bir ay kaldık. Ondan sonra istasyon civarında ‘küçük alay’ denilen yerde de bir zaman kaldık. Bizi Türkiye’ye Atatürk getirdi. Atatürk bize çok yardım etti. Her haneye bir öküz verdi, saban verdi, tohum verdi, ev ve nüfus başına iki dönüm arazi verdi.
Tuzla’ya gelince rençperlik yaptı babam. Sevindik’ten yola çıkarken annem ve babam biraz para da getirmiş. Ama paranın hükmü yoktu. Burada bir çürük elmayı iki altına aldım. Önceleri çok zorluk çektik. Ama zamanla alıştık. 12-13 yaşlarındayken Atatürk’ü İçmeler’de gördüm.
Bizi, ‘Askerlerim, yavrularım’ diye sevdi. Aşağı yukarı 60-70 çocuk vardır. Bize 25’er kuruş verdi. Macuncu Mahmut Ağa o sırada oradaydı. Biz çocukları gürültü etmememiz için uyardı. Atatürk’ü orada bir kaç defa daha gördüm.”
Peki Demirali Başlıoğlu için vatan neresi ?
İşte sorunun yanıtı: “Benim için vatan burası. Ama rahmetli babam ölünceye kadar hep Sevindik’i andı.”
Yola çıkış
Mübadele haberini alınca sevinmiş Sevindikliler. Tabi Ramazan Eser’in ailesi de. Selanik’e doğru beygir arabalarıyla yola çıkılmış. Eser şöyle konuştu:
“Selanik İzmir’e benziyordu.
Tuzla’ya inince Karantina’dan geçtik. Şimdiki Piyade Okulu’nun lojmanlarının olduğu yerde misafirhaneler vardı, orada kaldık. Kız kardeşim Bahriye o misafirhanede öldü. Burada çok insan öldü. Günde dört cenazenin kalktığını hatırlıyorum.
Ailemize üç odalı iki katlı bir ev verdiler. Evleri, arazileri bir heyet dağıttı. Heyetin başında Kantarcı lâkaplı biri vardı. Arazi olarak nüfus başına üçer dönüm verdiler. Verilenler Sevindik’teki mal varlığımızı karşılamadı. Mübadelik zor. Orada da burada da zor günler geçirdik. Tuzla’ya 1924 yılının sonbaharında geldik, zeytinler kararmıştı.”
Ramazan Eser bunca yıldır, doğduğu yeri hiç özlememiş. Bu röportajın son sözleri başkalarının özlemiyle ilgili. O özlemin tanığı yine Ramazan Eser:
“Tuzla’ya eskiden, buradan giden Rumlar çok sık geliyordu. Doğup büyüdükleri evleri geziyor, hasret gideriyorlardı…”
“Yeni Türkiye”ye doğru
1914 yılında Sevindik’te doğan Salih Düzdür yedi kişilik ailesiyle aynı kalabalık gemide o zor yolculukla Tuzla’ya geldiklerinde 1924 sonbaharıymış. “Yolculuk iki gün sürdü. Çok zor geçen yolculuk sırasında ölenler oldu.”
Ölüleri denize attılar. Gemi çok kalabalıktı. 1924 yılının sonbaharında yeni kurulmuş cumhuriyete, yeni Türkiye’ye geldik. Bizi buraya Atatürk getirdi. diyor Salih Düzdür o günleri anlatırken.
Tuzla yeni vatandır artık Salih Düzdür ve ailesi için. Düzdür anlatıyor:
“Burada verilen arazi Selanik’teki arazilerimizi karşılamadı. Bize verilen mallar zamanla satıldı.Burada da rençperlik yaptık.Rumlardan kalan çok bağ vardı. Rumlar öylece bırakıp gitmişler. O bağlar kökünden söküldü. Tuzla’nın yerlileri kötü adam değillerdi. Bize pek hor bakmadılar.
Sevindik’teki hayatımız çok güzeldi. Şimdi burada kimse kimseyi tanımıyor. Köyümüzün ihtiyarları birer birer öldü. Gençlerde iş yok. Bugünün gençleri, bırakın bizlerle konuşmayı selam bile vermiyor. Köyüm Sevindik’i özlediğim oluyor. Orası da vatanım, burası da… Eskisi gibi olsam Sevindik’e giderdim. Ne de olsa eski vatanım orası.’’
Selanik’ten Tuzla’ya uzanan göç öyküleri böyle… Sonra, “göçmenler” “yerli” olmuş Tuzla’da; sonra gelenler “göçmen”.
Kim göçmen? Kim yerli? Kuşaklar karışmış birbirine. Karışmaya devam etmekte. “Selanikliyim”, “İzmirliyim”, “Bingöllüyüm”, “Orduluyum” yerini “Tuzlalıyım”a bıraktıkça ilçemiz daha güzel, daha mutlu olacak. Kimbilir…?