

Bak işte yaklaşıyor fırtına / Bak yine yükseliyor dalgalar / Yollardan sonra / Yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar / Yollardan sonra / Yıllardan sonra / Yeniden yan yana onlar
SADIK GÜLEÇ- Gazeteci, Yazar
14 Nisan 1987 Öğrenci Yürüyüşünden, 19 Mart Barikatına Öğrenciler Yine Yollarda
Murathan Mungan’ın yazdığı Yeni Türkü’nün bestelediği şarkının sözleri bunlar. Bir öğrenci eylemi için yazılmıştır. 14 Nisan 1987 yılında 12 Eylül darbesinin etkisinin bütün korkutuculuğu ile sürdüğü Türkiye toplumunda bir öğrenci eylemi bütün o karanlığı parçaladı.
Bazı eylemler böyledir. Katılanların niyetlerinden bağımsız olarak tahminlerin ötesinde bir etkiye sahip olurlar. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından polis barikatını yıkarak Saraçhaneye akmaları böylesi eylemlerden biri oldu. O öğrencilerin o barikatı zorlayarak yıkmalarını birkaç defa izledim. Üniversiteyi bizim dönemimizde okuyup öğrenci hareketinin içinden gelenler zaman zaman üniversiteleri izlemeye çalışırlar. Son birkaç yıldır sorduğumuz sorulara aldığımız cevaplar hep aynıydı. Şu grubun İstanbul Üniversitesindeki etkisi nedir. Öğrenciler içinde sol örgütlenmeler var mı? Cevaplar hep aynıydı. Yaprak kımıldamıyor. Ama böyledir. Aslında bir şeyler kımıldıyordur. Toprak nemlidir, ama henüz sel olup akmaya müsait değildir.
12 Eylül Darbesi’nin Ardından Öğrenci Hareketi.
Yakın tarih öğrenci hareketini bilmeyenler için bizim yaşadığımız süreci biraz aktarayım. Biz 12 Eylül darbesini ertesinde üniversiteye giren bir kuşaktık. Ben 1984-85 öğrenim yılında girmiştim İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek okuluna… Lise yıllarında karşılamıştık 12 Eylül darbesini. Benim lise yıllarında küçük bir hapse girmiş çıkmışlığım dahi vardı. Üniversiteye girdiğimizde değil yaprak hiçbir kıpırtı yoktu. Yasal olarak çıkan Cumhuriyet gazetesini dahi taşımanın cesaret istediği yıllardı. Okulun amfisindeki sıralarda hemen birbirimizi bulduk. Geçmişte çeşitli siyasi yapılarda sempatizan olarak bulunan ya da soldan etkilenen gençlerdik. Geçmişin o bağnaz örgüt tavırlarının artık geçerli olmadığı yıllardı. Sanat dergileri okumaya çeşitli konuları tartışmaya geçmişin abilerinin takıldığı Süleymaniye’deki o küçük kahveye takılmaya başladık. Orada oturmak bile bir tavırdı. Sonrasında üniversitelerde öğrenci derneği kurulur mu kurulmaz mı tartışmaları başladı. Hiç unutamadığım bir anımdır. Cumhuriyet gazetesinin yayın yönetmeni İlhan Selçuk Cağaloğlu’nda bir yayınevinde kitaplarını imzalayacaktı. İran konsolosluğunun arkasında yoldan bir kat aşağıda bodrum gibi bir yerdi. Söyleşinin sonunda yanına yaklaşıp merak ettiğimiz o soruyu sorduk. Üniversite de öğrenci derneği kurulabilir mi. Acaba şartlar olgunlaşmış mıydı. Hazret bütün ciddiyeti ile kurulabileceğini söyledi. Bizim için moral oldu. Böyle başladık çalışmaya. Bu çalışmalar İstanbul, Ankara, İzmir’deki üniversitelerde de eşzamanlı olarak başladı. *

Öğrenci Dernekleri Yasaklanmak İstendi.
Fakat elbette dönemin siyasi iktidarı da bu gelişmelere kayıtsız kalmadı. Çeşitli engellemeler ile karşılaştık. Başvurular ret edildi. Arada yurtlarda, üniversitelerde, yemekhane ücretlerine yapılan zamlara karşı, yurtlardaki sağlıksız koşullara karşı çeşitli küçük eylemler oldu. Ama bunlar sokağa hiç taşmamıştı. Yolun sonunda Turgut Özal hükümeti başlayan öğrenci derneği girişimlerini bastırmak ve kendi denetimine almak için “Tek Tip öğrenci derneği” denen bir yasa tasarısı hazırladı. Var olan bütün dernekler yasaklanacaktı. Bu arada eklemek gerekiyor. Yasal olarak kabul edilsin edilmesin. Öğrenci hareketi dernekler varmışçasına zaten her okulda faaliyetini yürütüyordu. Bu derneklerin temsilcileri seçilmiş adına platform denen bir üst kurul aracılığı ile bütün İstanbul üniversitelerinde faaliyet gösteriyordu. Platformun aldığı kararlar bağlayıcıydı. Ayrıntılı tartışmalar bu yazının konusu değil demiştim. Ama platformda iki eğilimin ortaya çıktığını aktarmak gerekiyor. Bir eğilim ortak, merkezi, sokağa taşan bir eylem önerirken o güne kadar platformda baskın olan ikinci eğilim bir imza kampanyası ardından Ankara’ya temsilcilerin gönderildiği daha pasif bir eylem biçimi öneriyordu. Uzun tartışmalar sonucunda İstanbul’da merkezi büyük bir eylem konması kararı alındı. Elbette bu işler gizli yapılmak zorundaydı. Sanırım Mehmet Ağar İstanbul emniyet müdür yardımcısıydı.
14 Nisan 87 Öğrenci Hareketini Aşan Bir Eylem Oldu.
14 Nisan 1987 yılında küçük gruplara bölünmüş öğrenci toplulukları gizlice Aksaray meydanında toplanıp yürüyüşe geçti. Darbeden sonra ilk defa böylesi bir topluluk bir araya geliyordu. Rejimin nasıl davranacağı nasıl bir tepki göstereceği bizim içinde bir muammaydı. Daha sonra yapacağımız eylemlere göre çok naif bir eylemdi. Yaklaşık iki bin kişilik bir öğrenci topluluğu Aksaray meydanından Beyazıt’a doğru yola çıktı. Hatırladığım kadarı ile slogan atılmadı. Livaneli’den şarkılar söylendi. Yol kesilmedi. Kaldırımdan yürümeye başladık. Polis eylemi Sultanahmet meydanından bekliyordu. O yüzden yüzlerce polisi Sultanahmet meydanına ve çevre sokaklara yığmıştı. O yüzden eylemi haber alıp yetişmeleri biraz zaman aldı. Tam Edebiyat Fakültesi geçilip meydana kortejin başı ulaştığında polis gelebildi. Hemen korteje saldırıya geçti. Sonuçta birçok öğrenci gözaltına alındı.

Ama bir gün sonrasında çok şaşırtıcı bir gelişme oldu. İstanbul Üniversitesi önünde yüzlerce öğrenci toplandı ve bir açlık grevi başladı. Geceleri Aksaray’da bulunan iki sendikada kalıyor gündüzleri İstanbul Üniversitesinin önünde toplanıyorduk. Eylem bir öğrenci eyleminin çok ötesine geçti. Sanki 12 Eylül’den beri toplumun üzerinde olan ölü toprağı atılmıştı. Yazarlar, sendikacılar, eğitimciler, grevdeki Netaş işçileri akın akın ziyarete geliyordu. Bir öğrenci eylemi bir toplumu sarsmış tekrar bir şeyler yapılabileceğine ilişkin güven aşılamıştı. Bu eylemi düzenleyen biz öğrenciler içinde şaşırtıcı bir gelişmeydi. Cezaevlerinden memleketin en ücra köşelerine kadar sesini duyuran enerjisini yansıtan bir eylem oldu. İktidar bu eylemin yarattığı etkiden şaşkına dönerek geri adım attı. Tek tip dernek yasa tasarısını geri çekti. Bu yanıyla 14 Nisan 1987 öğrenci yürüyüşü ve sonrasında ülke çapında gerçekleşen eylemler, Türkiye öğrenci hareketi tarihinde özel bir yere sahip oldu. Murathan Mungan’ın o güzel ifadesiyle “yıllardan sonra yollardan sonra yine yan yana onlar”



19 Mart Öğrenci Yürüyüşü, En Kitlesel Öğrenci Eylemini Doğurdu. 19 Mart 2025’de İstanbul Üniversitesi yan yolundaki polis barikatını yıkan o çocuklar, 14 Nisan’ın yıldönümünde bende aynı duyguyu uyandırdı. Yaptıkları eylem bütün ülkede bir hareket başlattı. Böyledir bazen, küçük gibi görünen bir vuruş ile, hiç yıkılmayacak gibi güçlü görünen o devasa duvarın ne kadar çürük olduğu ortaya çıkar. Yıkılır gider. Hadi biraz daha büyük bir laf edeyim. Lenin devrimin arifesinde şöyle der. “Dün çok erkendi, yarın çok geç olacak, bugün tam zamanı”
O gün demokrasinin savunulmasının tam zamanıydı. Tam zamanı olduğunu belki Lenin kadar bilmiyorduk. Ama böyledir. Yaparsın ve duvar yıkılır. Duvar yıkıldı. Rejim bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya. Bunun başlangıcı da o çocukların o barikatı yıkma anıdır. Bir başka gelişmeyi daha tetiklediğini aktarmak gerekiyor 19 Mart eyleminin. 1968’den bugüne kadar görülen en büyük öğrenci hareketi doğmuştur. Bu öğrenci hareketinin daha ne kadar gelişeceği, nereye evrileceği, hangi sonuçları doğuracağını ise hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
*Bu konuda ayrıntılı bilgi için, o dönem yayınlanan gençlik dergileri ve sendika. org’ da Nabi Kimran’ın yazılarına bakılabilir.