
Ergin Yıldızoğlu /Cumhuriyet Gazetesi
Her 27 Mayıs kaçınılmaz olarak, aklıma, liberallerin, “Darbecilere karşı demokrasiyi savunuyoruz”, “Yetmez ama evet” yaygarasıyla muhalefeti paralize ederek süreç olarak faşizmi desteklemeleri geliyor. Artık onlar yok; bu kez rejim, kendisine bir gün gidici olduğunu anımsatan herkesi darbecilikle suçlamaya çalışıyor.
Salı günü Alev Coşkun’un anımsattığı gibi “1960-1980 tarihleri arasında ülkemizde üç askeri darbe oldu. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980. Kimi yazarlar tüm bu askeri hareketleri bir torbanın içine koyarlar ve hepsinin lanetlenmesi gerektiğini belirtirler.” Halbuki, hukukçu Ozan O. Varol’un, “Demokratik Darbe” (Harvard International Law Journal / Vol. 53/2 201) başlıklı çalışmasında sergilendiği gibi “darbe-demokrasi” ikilemi, göründüğünden çok daha karmaşıktır.
Örneğin, Nicos Poulanzas’ın işaret ettiği gibi darbeler, genellikle hegemonya krizlerinin içinde şekillenir. Bu tür krizler, kapitalizmin yeniden üretimini tehlikeye atar, tehlike toplumsal muhalefetin (sınıf mücadelesinin) yükseldiği dönemlerde daha da büyür. “Darbeler” öncelikle, kapitalizmin istikrarını sağlamak için gündeme gelirler, demokrasi kurmak için değil; her zaman bir şiddet öğesi içerirler; gelişmelerinin olası yönü önceden kestirilemez, onu kapitalizmin gereksinimleri, sınıflar arası dengeler belirler.
Darbeler bazı durumlarda halk iradesini bastırmak, seçilmiş iktidarları zorla devirmek, kalıcı askeri rejimler kurmak amacıyla yapılır, bazı durumlarda da seçimle gelmiş ama seçimle gitmeyi reddeden, muhalefeti susturan, anayasal düzeni ortadan kaldıran, ekonomiyi yönetemeyen otoriter rejimlerin karşısında ordu, halkın talebi doğrultusunda geçici bir müdahalede bulunabilir. Bu müdahale, baskıcı rejimi sona erdirir, demokratik bir anayasa sürecini başlatır, sonunda yönetim seçilmiş bir sivil iktidara devreder.
Üç örnek?
Varol çalışmasında Türkiye 1960, Portekiz 1974 ve Mısır 2011 örneklerini inceliyor. Türkiye’de 27 Mayıs darbesi, Demokrat Parti’nin muhalefeti, basını susturduğu, hukuk düzenini çökerttiği bir dönemde gerçekleşti. Darbe sonrası hazırlanan 1961 Anayasası, o güne dek Türkiye’nin gördüğü en özgürlükçü, çoğulcu anayasa oldu: Anayasa Mahkemesi kuruldu, sendikal haklar tanındı, basın özgürlüğü genişletildi, Milli Güvenlik Kurulu da kuruldu, seçimler yapıldı, iktidar sivillere devredildi. Elbette bu baskıcı, şiddet boyutu olan bir süreçti. Ancak Varol’a göre bu bir “kurucu müdahaleydi”.
Portekiz’de 1974’teki “Karanfil Devrimi” olarak bilinen askeri darbe, uzun yıllar süren faşist rejimi sona erdirdi. Darbenin hemen ardından, halkın ve AB sürecinin talepleri doğrultusunda, iki yıl içinde sivil yönetime geçildi.
Mısır’da Tahrir Meydanı’ndaki halk hareketinin ardından Mübarek devrildi, ordu yönetime el koydu. İlk aşamada geçiş süreci umut verici görünse de Mısır’da bir kapitalist sınıf fraksiyonu olarak ordu, iktidarı “sivillere” (Müslüman Kardeşlere) terk etmedi, demokratik beklentiler yerini hayal kırıklığına bıraktı.
Diğer taraftan; darbe döneminde devletin göreli bağımsızlığı artar (Poulanzas). Bu durumda, Varol’un dikkat çektiği gibi ordu, kendi otoritesini, Türkiye’de 1961 Anayasası ile kurulan Milli Güvenlik Kurulu örneğinde olduğu gibi sivil dönemde de korumaya devam etmek isteyebilir. Bu bir tür sessiz pazarlıktır: otoriter rejim gidecekse, yerine gelen “demokratik” sistem ordunun güvencesi altında olmalıdır.
Bazen ordu, darbenin meşruiyetini, halk desteğine dayandırır. Tahrir Meydanı’ndaki kalabalıkların orduya “halkla ordu el ele” sloganıyla seslenmesi bu anlamda çarpıcıdır. Ancak Varol, halk desteğinin geçici olabileceğine dikkat çeker: Ordu bu geçici meşruiyeti kalıcı iktidara dönüştürmeye çalışabilir.
Varol darbeleri meşrulaştırmaya çalışmıyor ama önemli bir şeyi hatırlatıyor: Her askeri müdahale, demokrasiye düşman değildir. Özellikle seçimle gelmiş ama artık gitmek istemeyen rejimlerin olduğu, sivil direnişin zayıf kaldığı, alternatif yolların tıkandığı koşullarda, ordu bazen kapitalist sınıfın genel çıkarları doğrultusunda demokrasinin önünü açan geçici bir güç olabilir.
Ancak her darbe özünde bir kapitalist devlet operasyonudur, yönü de önceden kestirilemez. Bu nedenle sosyalistler darbeleri çare olarak görmez ve desteklemez.
- Ergin Yıldızoğlu’nun Cumhuriyet gazetesinde basılan köşe yazısını tekrar yayınlıyoruz.