Hayırlarla karşı, dün gece sahurdan sonra bir rüya gördüm. İnanılır gibi değil. Bööyle koca bir bayrak. Bizim bayrağımız ama değişik biraz. Üstünde 80 tane yıldız. Her biri ayrı bir vilayeti temsil ediyormuş. Bak ne güzel değil mi? Her belediye ayrı bir devlet sanki. Çok hoşuma gitti yahu!
Şimdi ben diyorum ki, biz böyle bir kanun tasarısı oluştursak. Kimse itiraz etmesin diye de adına “reform” desek! Demokratikleşme, devletin hantal yapısı, yerelden yönetim filan. Atarız biraz cila işte. Hani kendilerine “ilerici” diyen bazı köşe yazarları var ya, onlara da “Reform işte! Karşı çıkılır mı?” falan diye yazdırırız birkaç yazı. Efendim? Yazarlar, yazarlar. Öteledik ya patronlarının borçlarını. Hele bi yazmasınlar. Kafa bu Mahmutcum. Tüccar kafasıyla yöneteceksin devleti. Bak problem çıkıyor mu? Karşı çıkanlara laf da hazır: “Ne o siz demokratlaştıramadıklarımızdan mısınız?” Herkes rahat rahat kadrosunu oluşturur. Misal Anadolu’nun bir ucunda bir öğretmen bir okul müdürüne saygısızlık mı yaptı. Yenileme sözleşmesini. Bitti gitti. Bak bakalım bir daha yapabilecek mi? Şey diyelim biz buna, “esnek istihdam modeli.” Nasıl? Süslü oldu di mi? Güzel güzel. Misal, belediye dahilinde koca bir arazi var. Ama korumaya alınmış. Neden korunur bu araziler hiç anlamam. Acaba bizden mi korumaya çalışıyorlar Mahmut? Hi hi hi… Lüzumsuz çaba. Bağla belediyeye bu kararı. SİT mi değil mi belediye karar versin. Bu kadar. Allah’ım ne kadar iş bitiriciyim bu gün. Ben muhteşemim. Ben bu vatana bir lütufum canım… Denetleme mi? Hımmm… Sahi birilerinin denetlemesi lazım di mi? Bakanlığa bağlı teftiş kurulları mı? Yok onlar olmaz! Onları dağıtmak lazım zaten. Fuzuli yer işgal ediyorlar. Şey denetlesin yahu, hani neydi o bizim çocuk? Mehmet, Mehmet. Hani canım var ya, kamusal alan falan tanımam diyen… Sayıştay başkanı değil miydi o? Tamam yaz Mahmut, denetimi göreve sayıştayın.
Efendim? Hayır Mahmut! Seni bu görevinden alıp, Antalya’ya belediye başkanı olarak atayamam! Saçmalama Mahmut! N’apayım canım orada “korunan” araziler varsa. Sana mı düşer o iş? Ne? Hayır Mahmut! Elektrik borcunu da öteleyemem! Paşa paşa yatıracaksın kırk iki milyon borcunu. Delirtme beni Mahmut. Senin bankan mı var? Yok! Senin gazeten, televizyonun, elinin altında yazarların var mı? Yok! Senin petrol şirketin var mı? Yok! Borcun birkaç on milyon dolar mı? Yok! Oruç başına vurdu senin Mahmut! Git yatır şu faturanı. Bak cezaya falan girer. Ben bile kurtaramam seni…
Hem sen onlarla bir misin? Adam geldi “bak allasen kapatayım şu hesabı” dedi. “Acelesi yok abicim” dedik adama. “Elin bollaşınca verirsin” İnsanlık öldü mü Mahmut. Eli bollaşınca verir adam. Bak o arada o da bizim işimizi görüyor. “Tezkere” diyoruz, “tamam” diyorlar, “YÖK” diyoruz, “geç bile kaldınız” diyorlar, “reform, türban, cumhurbaşkanı” diyoruz, şakşakları sağır sultan duyuyor. Tam kraldan çok kralcı canım Allah için adamlar! Gerçi var içlerinde bir-iki bozguncu. Neydi o bilgisayar çağında hâlâ kuşlardan haber alanla, Pako mu ne onun babası işte… Artık n’apalım… Neyse…
Bak nasıl taklit yaptım?! Çok espriliyim canım bugün. Keyfim yerinde…
Mahmut, ben iftara gidiyorum çocum. Sen şu tasarıyı hazırla. Amerikan büyükelçiliğine bi faksla, reform yapıyoruz burada. Bakarsın bir-iki madde onlardan da canı çeker, yazdırıverirler bize. Geçiriveririz. Elimize mi yapışacak? Komşu sayılırız. Ayıp olmasın adamlara… Evet, evet işadamlarıyla ötelediyim iftar için. Ama önce bi belediyenin çadırında görününmem lazım. Malum şatafat görüntüsü vermeyi dedi beyfendi. Hadi çocum, görelim seni…