Atatürk Görseli
CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN!

İsrail Neden İran’a Saldırdı?

Ortadoğu’da hız kazanan emperyalist projenin son halkası olarak İsrail, İran’ı hedef alan benzeri görülmemiş hava saldırıları başlattı. İsrail yönetimi, İran’ın nükleer programını gerekçe göstererek Tahran başta olmak üzere Kirmanşah, Tebriz, Kum, Loristan, Hemedan gibi çeşitli eyaletlerdeki askeri ve nükleer tesislere ardı ardına hava operasyonları düzenledi. Bu saldırılarda İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri ve Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami dahil birçok üst düzey asker ile bazı nükleer bilim insanları hayatını kaybetti. İran’ın başkentinde üst düzey komutanların ikametgâhlarına kadar uzanan bu nokta atışlar sonucunda toplamda onlarca kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.

Tahran yönetimi, İsrail’in bu hamlesini “savaş ilanı” olarak nitelendirdi ve saldırıların ABD’nin koordinasyonu ve onayı olmaksızın gerçekleşemeyeceğini vurgulayarak, doğacak tehlikeli sonuçlardan Washington’ı sorumlu tuttu. Gerçekten de İran tarafı, İsrail’in tüm kırmızı çizgileri aştığını belirterek bu saldırılara hiçbir sınır tanımaksızın karşılık vereceğini ilan etti. Öte yandan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İran’daki “tehlike ortadan kalkana kadar” operasyonların süreceğini duyurarak bu kampanyanın uzun soluklu olacağının sinyalini verdi. İsrail ordusu da hava saldırılarında İran’a ait çok sayıda radar ve füze rampasının imha edildiğini, bunun İsrail’e İran hava sahasında daha fazla hareket serbestisi kazandıracağını açıklayıp yeni saldırıların yolda olduğu mesajını paylaştı.

İsrail-ABD cephesinin İran’a yönelmesi aslında uzun zamandır planlı bir sürecin parçası. Gözlemciler, 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısından bu yana bölgede atılan her adımın İran’ı hedef alan nihai hesaplaşmanın zemininin hazırladığını belirtiyor. Nitekim 7 Ekim sonrası İsrail, Gazze’de başlattığı operasyonlarla Hamas’ı büyük ölçüde güçsüz bıraktı; hatta Hamas lideri İsmail Heniyye’nin 31 Temmuz 2024’te Tahran’da İsrail saldırısıyla öldürülmesi, Tel Aviv’in İran dâhil her coğrafyada hedef vurma cüretine sahip olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Yine 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran Konsolosluğunun İsrail tarafından bombalanması, İran’ı doğrudan çatışmaya çekme girişimi olarak kayda geçti ve Tahran buna 300’den fazla füze fırlatarak ilk sıcak teması başlattı. Ardından Lübnan cephesinde Hizbullah’la gerilim tırmandı; İsrail’in Eylül 2024’te Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı Beyrut’ta suikastla öldürmesi, İran’ın en güçlü vekilinin de ciddi darbe almasıyla sonuçlandı. Aynı dönemde Suriye’de cihatçı grupların iktidara getirilmesiyle, İran’ın Doğu Akdeniz’e ve Lübnan’a kara bağlantısı kesilerek “Direniş Ekseni” diye anılan hat adım adım çökertildi. Kısacası son bir yıl içinde Gazze’den Lübnan’a, Suriye’den Irak’a kadar bölgede İran’ın nüfuzunu kırmaya yönelik hamleler peş peşe gelirken Netanyahu sık sık “sırada İran var” mesajını dile getiriyordu. Şimdi İsrail’in doğrudan İran topraklarına saldırması, bu emperyalist dizayn planının nihai aşamaya geçtiğini gösteriyor.

İsrail saldırılarını “İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemek” olarak savunsa da pek çok gözlemci bu operasyonu, bölgede İran’ı saf dışı bırakmayı amaçlayan ABD-İsrail stratejisinin zirve noktası olarak görüyor. Ekonomist Hayri Kozanoğlu, İsrail’in İran’a son saldırısını “Amerika ve İsrail ittifakınca yürütülen tekno-emperyalizmin tepe noktası” şeklinde tanımlıyor. Kozanoğlu’na göre Trump yönetiminin (ikinci kez) işbaşı yapması ve Netanyahu’nun saldırgan politikaları sayesinde, yeni bir Ortadoğu haritası çizme projesi artık hiçbir çekinceye yer bırakmadan uygulamaya kondu. Nitekim geçmişte ABD, Irak ve Afganistan işgallerini “demokrasi ve özgürlük götürmek” gibi söylemlerle maskelemeye çalışırken, Trump döneminde bu tür bahanelerden tamamen kurtulmuş gözüküyor. Artık Washington, hedeflerine doğrudan kaba askeri güçle ulaşma konusunda kendini daha serbest hissediyor. Bu kapsamda Trump, İsrail saldırıları sonrası İran’a uzlaşması için defalarca şans verildiğini ancak Tahran’ın hala direnmesi halinde “gelecek saldırıların çok daha acımasız olacağı, İran tamamen yok olmadan önce bir anlaşmaya varıp eski imparatorluğunun kalıntılarını kurtarması gerektiği” şeklinde açık tehditlerde bulundu. Uzmanlar, ABD-İsrail ittifakının artık hiçbir kırmızı çizgi tanımadan hareket ettiğini ve NATO içindeki temkinli seslerin (örneğin önceki yıllarda Irak işgaline mesafeli duran Fransa, Almanya gibi aktörlerin) de devre dışı bırakıldığını vurguluyor. Bu cüretkâr stratejinin, sadece bölgeyle sınırlı kalmayıp Çin ve Rusya gibi küresel rakiplere de “Ortadoğu’dan sonra sıra size gelebilir” mesajı içerdiği değerlendirmeleri yapılıyor. Gerçekten de İsrail-ABD ikilisinin İran hamlesi, “bizim gözüpekliğimizin sınırı yok” diyerek Pekin ve Moskova’ya gözdağı verme niyeti de taşıyor olabilir.

Şu an gelinen noktada İran, savaş ilanı saydığı bu saldırılara karşı askeri seçenek dahil sert karşılık vereceğini söylüyor. Nitekim İsrail’in operasyonlarına paralel olarak İran da misilleme amacıyla İsrail’e 100’den fazla İHA (SİHA) ve füze ile saldırılar düzenledi. Tel Aviv başta olmak üzere İsrail kentlerinde sirenler çalarken Netanyahu halka sığınaklarda kalma çağrısı yapmak zorunda kaldı. İsrail ordusu kısmen hazırlıklı olsa da İran’ın balistik füzeleri bazı İsrail şehirlerinde can kaybına ve yıkıma yol açtı; roket saldırılarında Tel Aviv’de binalar vurulup sivillerin yaşamını yitirdiği haberleri geldi. Karşılıklı bu vuruşlar, bölgesel bir savaşın eşiğine gelindiği endişesini artırıyor. Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, ABD’nin bu süreçte ikiyüzlü davrandığını ve asıl amacın İran’ı hizaya çekmek olduğunu belirterek, İran’ın sessiz kalması halinde rejimin büyük itibar kaybına uğrayacağını vurguluyor. Özülker’e göre Tahran yönetimi kolay pes etmeyeceği için mutlaka karşılık verecek, ancak doğrudan ve güçlü bir İran misillesi de ABD desteğini arkasına alan İsrail’in daha sert reaksiyon göstermesine yol açabilir. Bu durumda çatışma hızla büyüyerek Irak, Suriye, Lübnan gibi kırılgan ülkeleri de içine alabilecek geniş bir yangına dönüşebilir.

Ortadoğu’daki dengeleri altüst eden bu gelişme, İran’ın elinde nükleer caydırıcılık olmadan kendini savunmasının zorlaştığını da ortaya koyuyor. Orta Doğu uzmanı Erhan Keleşoğlu, 7 Ekim sonrası İran’ın bölgedeki nüfuzunun zayıflaması (özellikle Hizbullah’ın kapasitesinin kırılması ve Esad yönetiminin devrilmesi) sayesinde İsrail’in nihayet İran’a saldırma cüretini bulduğunu ifade ediyor. Keleşoğlu, İsrail’in geçen yıl Ekim 2024’te de İran’a yönelik sınırlı saldırılarla bu zemini test ettiğini, İran’ın o saldırılara kayda değer yanıt veremediğini hatırlatarak, şu anda İsrail’in İran’ı nükleer güç sahibi olmadan durdurmak için “son darbeyi” indirmeye çalıştığını belirtiyor. Benzer şekilde İranlı analist Arif Keskin, Trump yönetiminin Umman’da yapılması planlanan nükleer müzakereleri rafa kaldırıp Tahran’a artık eşit şartlarda değil, teslimiyet dayatmasıyla masaya oturabileceğini söylüyor. Keskin’e göre İsrail, Devrim Muhafızları’nın üst düzey komutanlarını Tahran’da bile hedef alarak İran’ın içerideki güvenlik zaaflarını gözler önüne serdi; bu da İran’ın bölgedeki müttefiklerine “Tahran’da dahi güvende değilsiniz” mesajı vererek psikolojik üstünlük kurma çabasıdır.

Özetle, İsrail’in İran’a saldırısı, bölgedeki güç dengelerini kökten değiştirebilecek, son derece riskli bir hamle olarak görülüyor. Bu adım, Ortadoğu’yu emperyalist çıkarlara göre yeniden dizayn etme projesinin en kanlı aşaması sayılıyor. Şimdi gözler, uluslararası toplumun ve bölge aktörlerinin bu krize nasıl tepki vereceğinde ve olayların daha da tırmanıp tırmanmayacağında.

Dünya Kamuoyundan Tepkiler

İsrail’in İran’a dönük geniş çaplı hava saldırısı, dünya genelinde ciddi yankı uyandırdı. Birçok ülke bu operasyonu gerilimi tırmandıran, tehlikeli bir provokasyon olarak nitelendirip kınarken, bazı Batılı müttefikler ise daha temkinli açıklamalarla İsrail’in güvenlik endişelerine vurgu yaptılar.

Rusya, saldırıya en sert tepki veren ülkelerin başında geliyor. Moskova, İsrail’in egemen bir ülkeye yönelik bu hava harekâtını kınadığını açıkladı ve İsrail yönetiminin “bu provokasyonun tüm sonuçlarından sorumlu olacağını” vurguladı. Rus Dışişleri Bakanlığı, saldırının Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) toplantıları ve ABD-İran nükleer müzakereleri arifesinde gerçekleştirilmesine dikkat çekerek, bu adımın İran’ın nükleer programı konusunda barışçıl çözüm çabalarını baltaladığını belirtti. Kremlin’e göre İsrail bilinçli biçimde gerginliği tırmandırmayı seçti ve bu tutum Ortadoğu’nun istikrarı ile güvenliğini tehdit ediyor.

Çin de gelişmeler karşısında kaygılı. Pekin yönetimi, İran’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden her türlü adıma karşı olduğunu bildirdi ve tüm taraflara itidal çağrısı yaptı. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İsrail’in eylemlerinin endişe verici olduğunu belirterek gerilimi artıracak provokasyonlardan kaçınılması gerektiğini vurguladı. Pekin, bölgede barış ve istikrarın tesisine katkı sunmaya hazır olduğunu da dile getirdi.

Ortadoğu ülkelerinin çoğu İsrail’in saldırısını açık ifadelerle kınadı. Örneğin Ürdün, bir BM üyesi ülkenin egemenliğine yönelik bu saldırının uluslararası hukukun bariz ihlâli olduğunu belirtirken; Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail’in adımının bölgedeki durumu tehlikeli biçimde tırmandırdığını vurguladı. Suudi yönetimi, saldırıların “uluslararası normları açıkça ihlal ettiğini” duyurarak derhal ateşkes sağlanması için BM Güvenlik Konseyi’ni göreve çağırdı. Katar da benzer şekilde İsrail’in İran’a dönük hava saldırısını “İran’ın egemenliğini ve güvenliğini ihlal eden tehlikeli bir tırmanış” olarak niteleyip şiddetle kınadı. Bölgenin bir diğer aktörü Irak, bu eylemin BM Şartı’nın temel ilkelerini çiğnediğini ve uluslararası barış ve güvenliğe ciddi tehdit oluşturduğunu açıkladı. Özellikle saldırının, ABD-İran arasında devam eden görüşmeler sırasında gerçekleşmesine dikkat çeken Bağdat, sorunun diyalog ve diplomasiyle çözülmesi gerektiğinin altını çizdi. Azerbaycan ise gerilimin tırmandırılmasını kesin bir dille kınayarak, krizin uluslararası hukuk çerçevesinde diplomatik yollardan çözülmesi çağrısı yaptı.

Batılı müttefiklerin tepkileri, diğer ülkelere kıyasla daha temkinli oldu. “İsrail’in kendini savunma hakkı” vurgusu, özellikle bazı Batı başkentlerinin açıklamalarında dikkat çekti. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, ülkesinin bakış açısını “İsrail’in herhangi bir saldırıya karşı kendini savunma hakkı vardır” sözleriyle ifade etti. Ancak Barrot aynı zamanda bölgedeki durumun son derece hassas olduğunu belirterek gerginliğin tırmandırılmaması gerektiğini ima etti. Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer da İsrail’in İran’ı vurmasını “endişe verici” bulduklarını söyledi ve “tüm tarafları geri adım atmaya, gerilimi düşürmeye” davet etti. Almanya Başbakanı Friedrich Merz ise İran’ın yıllardır ilerlettiği nükleer programına ilişkin endişelerini hatırlatarak, İsrail’in varlığını ve vatandaşlarının güvenliğini savunma hakkına sahip olduğunu vurguladı. Bununla birlikte Merz, her iki tarafa da daha fazla tırmanmaya yol açacak adımlardan kaçınma çağrısı yaparak çatışmanın tüm bölgeyi istikrarsızlaştırabileceği uyarısında bulundu. Özetle, Avrupa ülkeleri İsrail’in güvenlik kaygılarını anlayışla karşıladıklarını belirtmekle beraber, olayın büyümesinden kaygılı olduklarını diplomatik bir dille dile getirdiler.

Diğer yandan, Filistin ve bölgedeki direniş örgütleri de sessiz kalmadı. Hamas, “aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin bölgeyi geniş çaplı bir savaşa sürükleme ısrarının göstergesi” olarak nitelediği bu saldırıyı lanetledi. Hizbullah ise İsrail’in hiçbir hukuk tanımadığını, yalnızca ölüm ve yıkım dilini bildiğini ve tüm bölgeyi ateşe vermekle tehdit ettiğini belirterek saldırıya tepki gösterdi. Bu açıklamalar, İsrail’in İran hamlesinin Lübnan ve Filistin’de de büyük bir öfke ve endişeyle izlendiğini ortaya koyuyor.

Washington cephesinde ise beklendiği üzere ABD İsrail’e tam destek veriyor. Başkan Donald Trump, İsrail’in operasyonları sonrasında yaptığı açıklamada, gerekirse İsrail’i savunmak için tüm adımları atacaklarını belirtti. Hatta Trump, İran’la yürütülen nükleer müzakere girişimlerine atıfla, Tahran’ın bir an önce masaya gelip anlaşma yapmaması halinde çok daha ağır darbeler alacağı tehdidini savurdu. Bu tutum, ABD’nin de perde arkasında bu saldırıların bir parçası olduğu yönündeki kanaati güçlendiriyor. Nitekim birçok uzman, İsrail’in böyle bir operasyona ABD’nin bilgisi ve onayı olmadan girişemeyeceğine dikkat çekiyor. Moskova ve Pekin başta olmak üzere uluslararası toplumun önemli bir kesimi de bu gerçeğin altını çizerek ABD’yi saldırganlığı tetiklemekle suçladı.

Özetle, İsrail’in İran’a saldırısı karşısında dünya kamuoyu büyük bir tedirginlik içinde. Küresel güçler doğrudan doğruya karşı karşıya gelmekten kaçınsalar da açıklamalar üzerinden ciddi bir diplomatik saflaşma yaşanıyor. Bir tarafta Rusya ve Çin gibi aktörler ile bölge ülkelerinin çoğu İsrail’i kınayıp uluslararası hukuku hatırlatırken, diğer tarafta ABD ve bazı Batılı müttefikler İsrail’in yanında durup tarafları itidale davet eden bir görüntü çiziyor. Bu tepkiler, krizin uluslararası boyutunu gözler önüne sererken, herkesin aklındaki soru şu: Bu gerilim daha da tırmanacak mı, yoksa diplomasi son anda devreye girerek bir felaketi önleyebilecek mi?

Türkiye’den Siyasî ve Toplumsal Tepkiler

İsrail’in İran’a saldırısı, Türkiye’de de hem iktidar hem muhalefet çevrelerinde sert tepkiyle karşılandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada İsrail’in adımlarını en güçlü ifadelerle eleştirdi. Erdoğan, Netanyahu hükümetinin “pervasız, saldırgan ve hukuk tanımaz eylemleriyle bölgemizi ve tüm dünyayı felakete sürüklemeye çalıştığını” vurgulayarak uluslararası topluma “küresel ve bölgesel istikrarı hedef alan İsrail haydutluğuna artık bir dur demeleri” çağrısında bulundu. Ankara, İsrail’in Gazze’den sonra şimdi de İran’ı hedef alan saldırılarını bölgeyi kana ve gözyaşına boğan tehlikeli bir aşama olarak nitelendirdi. Erdoğan’ın açıklaması, Türkiye’nin resmi düzeyde İsrail’in bu operasyonunu açıkça kınadığını ve uluslararası platformlarda girişimde bulunabileceğinin sinyalini verdi.

Türk kamuoyunda muhalefet kanadı da benzer şekilde İsrail’i kınadı ancak hükümetin politikalarını da tartışmaya açtı. Ana muhalefet CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İsrail’in İran’a saldırısını kesin bir dille kınayarak, her iki tarafı da aklıselime ve barışa davet ettiklerini belirtti. Özel, iktidarın bugüne dek İsrail karşısındaki tutumunu eleştirerek “İsrail’in karşısında net ve dik dursunlar, biz de onları yanlarında bulalım” dedi. CHP lideri, AKP hükümetinin İsrail’e karşı fazla müsamahakâr ve yumuşak bir dil kullandığını, bu tutumun da Netanyahu yönetimini cesaretlendirdiğini savundu. Özgür Özel’e göre, iktidar gerçekten samimi ise lafta değil icraatta da İsrail’e tepki göstermeli, gerekirse diplomatik ve ekonomik ilişkiler konusunda caydırıcı adımlar atmalıdır. Bu çıkış, hükümetin özellikle son yıllarda İsrail’le normalleşme adımlarını ve ticari ilişkileri sürdürmesini eleştiren bir pozisyona işaret ediyor.

Türkiye’deki sol ve sosyalist partiler ise olaya daha ideolojik bir çerçeveden yaklaştı. SOL Parti, EMEP (Emek Partisi), Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Türkiye Komünist Hareketi (TKH) gibi partiler yayımladıkları açıklamalarda İsrail’in İran’a saldırısını “emperyalist savaş politikalarının ürünü” olarak nitelediler. Bu partilere göre yaşananlar, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni bir sahnesidir ve İsrail bu projede tetikçi rolü oynamaktadır. Sol Parti, Türkiye’yi bu emperyalist maceradan uzak durmaya çağırarak sınırlarımızdaki İncirlik Üssü ve Kürecik Radar Üssü gibi ABD/NATO tesislerinin derhal kapatılmasını talep etti. EMEP de benzer biçimde, İsrail’e doğrudan destek verenler kadar sessiz kalanların da bu suça ortak olduğunu belirtti ve AKP iktidarının ABD’ye bağımlı politikaları nedeniyle İsrail’le uyumlu hareket etmek zorunda kaldığını savundu. TKP ve TKH’nin açıklamalarında ise İsrail’in sadece bölge için değil, dünya barışı için tehdit olduğu ifade edildi; Türkiye’nin ve bölgedeki bazı yönetimlerin bu sürece dahil olarak “savaşa ortak oldukları” eleştirisi getirildi. TKH özellikle, geçmişte “BOP eşbaşkanı” olmaya soyunanların bugün Filistin davası için timsah gözyaşları dökmesine rağmen İsrail’le askeri ve ticari işbirliğine devam ettiğini hatırlatarak AKP’yi emperyalizmin kadim işbirlikçisi olmakla suçladı. Özetle, Türkiye’deki sol muhalefet, hükümetin söylemde İsrail’e karşı gibi görünürken pratikte ABD-İsrail eksenine fazla ses çıkarmadığını iddia ederek, daha somut yaptırımlar ve net bir duruş talep ediyor.

Türkiye’de dış politika çevreleri ve uzmanlar da gelişmeleri yakından takip ederek uyarılarda bulundu. Emekli diplomat Faruk Loğoğlu, İsrail’in İran’a saldırısında ABD’nin rolüne dikkat çekerek bu operasyonun “sadece İsrail’in inisiyatifiyle değil, ABD’nin İran’ı hedef alan stratejisinin bir parçası olarak” görülmesi gerektiğini vurguladı. Loğoğlu, Trump’ın “gerekirse İsrail’i savunuruz” sözlerinin sürpriz olmadığını, Washington’ın uzun yıllardır Tahran’a düşmanca politikalar güttüğünü hatırlattı. Eski büyükelçi ayrıca Türkiye’ye dair önemli bir noktaya değindi: İncirlik Üssü ve Malatya Kürecik Radar Üssü. Loğoğlu, Kürecik’te konuşlu radar sisteminin doğrudan İran’a karşı kurulduğunu ve “orada toplanan istihbaratın İsrail’le paylaşıldığı” yönündeki iddiaların Türkiye’yi zor durumda bırakabileceğini ifade etti. Bu nedenle Ankara’nın, İsrail-İran geriliminde kendi topraklarındaki ABD/NATO varlıklarının olası kullanımlarına karşı uyanık olması gerektiğini söyledi.

Son olarak, akademisyen ve bölge uzmanları da Türkiye’nin bu krizden kaçınılmaz olarak etkileneceğini belirtiyor. Ortadoğu’daki savaş ihtimalinin Türkiye’nin güvenliğine ve ekonomisine ciddi yansımaları olacağı konusunda uyarılar yapılıyor. Uzmanlar, İran ile İsrail arasındaki bir sıcak çatışmanın gerek mezhep eksenli gerilimler gerek mülteci akınları gerekse enerji piyasaları üzerinden Türkiye’yi de zor durumda bırakabileceğine işaret ediyor. Bu nedenle “barıştan yana bölgesel inisiyatiflerin” güçlendirilmesi, Türkiye’nin diplomatik kanalları açık tutarak çatışmayı durdurma çabalarına katkı sunması gerektiği görüşü dillendiriliyor. Özellikle içeride ve dışarıda barış yanlısı kamuoyu, hükümete İsrail karşısında net durma ve somut adımlar atma çağrıları yaparken, aynı zamanda İran’la da diyaloğun koparılmaması gerektiğini savunuyor.

Türkiye kamuoyunun genelinde, siyasi görüş fark etmeksizin, İsrail’in bu son saldırgan tutumuna karşı bir tepki birliği oluştuğu söylenebilir. Farklı siyasi partiler ve kesimler tonlamada ayrışsalar da hepsi Ortadoğu’da çıkacak büyük bir savaşın felaket getireceği konusunda hemfikir. Nitekim Erdoğan’ın iktidar partisi yetkililerinden muhalefet liderlerine, sol partilerden aydın ve akademisyenlere kadar geniş bir yelpaze, bölgenin topyekûn bir yangın yerine dönmemesi için uluslararası toplumun derhal devreye girmesi gerektiğini vurguluyor. Bu çağrılar, Türkiye’nin coğrafi ve siyasi konumu gereği böyle bir çatışmadan en çok etkilenecek ülkelerden biri olacağı gerçeğinden kaynaklanıyor.

Sonuç itibariyle, İsrail’in “son hedef İran” diyerek başlattığı bu operasyon, Ortadoğu’da yıllardır biriken gerilimleri patlama noktasına getirdi. Bir yanda ABD ve İsrail’in tekno-emperyalist güç gösterisi, diğer yanda İran’ın tarihi, kültürel ve siyasi olarak kolay boyun eğmeyen direnci bulunuyor.

Dünya kamuoyu, adeta nefesini tutmuş şekilde bu krizin gidişatını izliyor. Önümüzdeki günler, emperyalist yayılma planlarının mı yoksa diplomasinin ve barışın mı galip geleceğini gösterecek. Türkiye de dahil olmak üzere bölgedeki tüm ülkeler, bu yangının dışında kalmak ve söndürülmesine katkı sağlamak için çaba göstermek zorunda. Aksi halde, Ortadoğu’daki bu son büyük hesaplaşma girişimi, küresel ölçekte barışı tehdit eden bir ateş topuna dönüşebilir. Bunun önüne geçmek ise ancak uluslararası dayanışma ve barış yanlısı güçlerin çabalarıyla mümkün olacak.

Exit mobile version