Birbirimizi bularak birbirimizi güçlendirerek mücadeleyi büyütebiliriz.
Ülkemizdeki ve ilçemizdeki işçiler, emekliler, işsizler, emekçi kadınlar sadece varolan durumun şikayetini ya da tespitini yapmakla kalmamalılar aynı zamanda kendileri gibi olanlarla ilişkiye geçerek en geniş bir örgütlenme ve dayanışma ağı kurabilmek için harekete geçmeliler.
Yanımızdaki, sokağımızdaki, mahallemizdeki, işyerimizdeki, ilçemizdeki ve ülkemizdeki tüm işçilerle, emeklilerle, işsizlerle, kadınlarla dayanışma göstermeliyiz. Onlarla ilişkiye geçebilmenin yollarını çarelerini bulabilmeliyiz onlara sadece devletten patronlardan isteklerimizi değil kendi kendimizi yaşamda örgütlemenin kendi hayatımızı iyileştirecek birbirimizle dokunacak yardımlaşmalar üretebilecek davranışlar gösterebilmeliyiz.
Bizim kendimize yardım edebileceğimiz çeşitli dayanışmalar var. Birlikte olabileceğimiz bir ilişki zinciri kurmalıyız. Buradan birbirimizi eğiterek, öğreterek, öğrenerek yeni ve daha iyi bir yaşam biçimini nasıl hakim kılabileceğimizi pratik olarak gösterebilmeliyiz.
Yoksa sadece şikayet ederek, beklentilerle yaşamamız doğru gözükmüyor. Buradan bir yol bulmalıyız kendimize bir çare üretmeliyiz. Uzun vadeli mücadeleleri sürdürmeliyiz; ama, kısa vadede yaşamı daha çekilebilir, mücadeleyi daha kolay yapabileceğimiz çeşitli ortam ve dayanışmalar üretebilmeliyiz.
Bu konuda tartışmalar, toplantılar, bildiriler düşünceler üretmeliyiz. Kendimiz gibi olanları bulmalıyız. İlişkisizlik, yalnız olduğumuz düşüncesini büyütüyor. Oysa yalnız değiliz; bizim gibi binler on binler milyonlar yaşıyor.
Birbirimizi bularak birbirimizi güçlendirerek mücadeleyi büyütebiliriz. Örgütlenme dediğimiz böyle bir şey değil mi zaten, yani otobüste, sahilde, piknikte bizim gibi yaşayan insanlarla ilişki kurabilmeyi becerebilmeliyiz.
Ortak noktalarımızı emekçi yanlarımızı, üreten yanlarımızı sadece patronlar için değil; yakın çevremizdeki sokağımız için, mahallemiz, beldemiz, ilçemiz, ülkemiz içinde kullanabiliriz.
Bizim başka bir çaremiz yok; bizim bizden başka bir dayanağımız yok. Sadece beklentilerle yaşayamayız. İstiyoruz vermiyorlar; almayı bilmeliyiz, nasıl alacağımızı nasıl ikna edebileceğimizi ya da nasıl pazarlık yapabileceğimizi…
Çünkü isteyip alamamak karşı tarafta, istiyorlar vermiyoruz; bir şey yapamıyorlar duygusu üretiyor. Bunu engelleyebiliriz. Yani zaman zaman yaşamın dengesini, üretimi durdurarak hatırlatabiliriz. Üretim gücümüzü hatırlatmalıyız. Bizsiz yaşam yürümez. Yaşamı üretenler yaşamı ürettiklerinin farkında olmalılar; omuzlarımızda taşıdığımız yaşamı bazen titretebilmeliyiz.
Yaşamı üretenler, yok sayıldıklarında kendilerini hatırlatacak sarsıntılar üretebilmeli. Su kendi kendine akmıyor. Elektrik kendi kendine gelmiyor. Pazardaki meyve sebze oraya kendi kendine konmuyor. Fabrikalardaki üretilen malzemeler satış merkezlerine kendi kendine gelmiyor. Onları işçiler emekçi kadın ve erkekler üretiyor, taşıyor.
O halde işçilerin emekçilerin ürettiği mal ve hizmeti işçiler ve emekçiler neden kullanamıyor. Bunu sorgulamalıyız. Bunu sorgulamadan öte hatırlatmalıyız, bazen de o üretimi kesintilere uğratarak hatırlatmalıyız.
Tamam biz üretim yapmak zorundayız; üretim yapmazsak hayatımızı sürdüremeyiz. Ama bunu bedava yapmamalıyız. Yani bunun bir karşılığını da alabilecek şekilde yapmalıyız. Üretim yapıp o üretimden faydalanamamamız o üretimin sonuçlarını ve onun hazzına keyfine onun tüketici aşamasını yapamamamız hakkında düşünmeliyiz.
Konuşmalıyız üretiyoruz ama bazen tüketemiyoruz. Tüketim haklarımızı da korumalıyız. Bizi sonsuz üretim çizgisi içinde örgütleyenler mecburiyeti önümüze koyanlar, tüketmek zorunda olduğumuzu anlamalılar.
Bizim asgari tüketimimizi engellemek sınırlı tüketim sağlayarak daha yüksek kar marjlarına el koymalarının doğru olmadığını buna mecbur olmadığımızı ancak sözde değil, pratik olarak, hem üretimdeki haklarımıza hemde tüketimdeki haklarımıza sahip çıkarak kazanabiliriz, hissettirebiliriz.