Bir 24 Kasım daha…
Eskiden şartlar zor da olsa eğitim güzeldi, heyecan vericiydi. Öğretmenler yörenin bilge kişisiydi. 1930’lu yıllarda köylerden umulanın çok üzerinde kaliteli okumuş insan çıktı. Memleketlerine umut oldular, ışık oldular. Köy enstitülerinde gençler kendi yörelerinin ziraatçısı, sağlıkçısı, eğitimcisi, veterineri oldular. Topraklar daha da teknik halde işlendi, verim arttı.
1950’den sonraki politikalar tüketimi körükleyen, eğitimi ikinci plana atan bir anlayışı başlattı. 1983 yılından sonraki köşe dönücülük politikası ile haksız kazanmanın kötü örnekleri toplumu sardı, eğitime olan ilgi iyice azaldı. Yanlış ekonomik-sosyal politikaların bedeli ne yazık ki, eğitime çıkarıldı. Bu alana ayrılan bütçe giderek azaldı. Mesleksiz okullaşma aldı yürüdü. Hayatın her alanında eleman sıkıntısı baş gösterdi. Üniversiteyi bile bitirenler girişimcilikten uzak, devletten iş bekler hale geldi.
Bu gün de bütün bu sıkıntılar eğitim kurumlarımızı kemirmekte. Eğitim sistemimiz eğitim işlevini yok sayarak salt öğretime dayandırılmakta. Okullarımız kapalı spor salonları, müzik sınıfları, eğitsel çalışmaların yapılacağı salonlar, dil ve fen laboratuvarı, gösteri salonları gibi donanımlardan yoksundur. Oysa ki öğrenciler buralardaki uygulamalarla kişiliğini bulur, yeteneklerinin farkına varır, kendi doğrularını kendisi bulur, geçmişini bu güne taşır, kültürel olarak yozlaşmaz.
Bugün, medyamızı saran televole kültürü çocukların kişiliği üzerinde korkunç tahribatlara yol açmaktadır. Onları tüketime yönlendirmekte, kültürümüzden uzaklaştırmakta ve kendini boşlukta hissettirmektedir.
Bir an önce eğitim kurumlarımız mutlaka iyileştirilmeli, sosyal ve kültürel olarak donatılmalı. Öğretmenlerimizi yaz dönemlerinde çok seri ve ciddi bir şekilde üniversitelerimizde hizmet içi eğitimden geçirmeliyiz. Eğitimin temel taşı öğretmendir. Bilgi, teknik, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak öğretmenlerimizin durumunu iyileştirmeliyiz.
Bu ülke bizim. Çağdaş dünyanın gerisinde kalmaktan korkmayalım. Yeterli potansiyelimiz vardır. Yeter ki, “her şeyin başı eğitimdir” lafını hamasi bir cümle olmaktan çıkarıp, buna kalben ve aklımızla inanalım. Bu lafa devletin bütçesi hesaplanırken inanalım. Bu lafa öğretmenlerimizin çalışma koşullarını gördüğümüzde inanalım. Eğitime ve öğretmenlerimize gereken önemi “gerçekten” verelim. Onları 24 Kasım’da hatırlayıp, nutuklar atmayı yeterli bulmayalım. Bu konuyu ciddi bir proje gibi ele alıp, gerekeni yapalım. Unutmayalım ki, öğretmenlerimiz dünya ülkelerindeki çoğu meslektaşları gibi insanca bir yaşama, bilgi donanımına, araştırıp kendini geliştirme gücüne layıktır.
Bu zor koşullarda ülkesi için emek veren tüm öğretmen arkadaşlarımın öğretmenler gününü kutlarım.
Hoşçakalın, dostçakalın.