Farklı ülkelerden yalnızca 125 milyarder, dünya nüfusunun yüzde 90’lık kısmında yer alan herhangi birinden bir milyon kat daha fazla emisyona sebep oluyor.
Özer AKDEMİR
İklim değişikliğinin uzun vadede durdurulması için önerilen politikalardan birisi karbon miktarının azaltılması ve nihayetinde sıfırlanması. Ancak bu sürecin hiç de umulduğu gibi gitmediği şimdiye kadar birçok raporla ortaya kondu. Yeni yayımlanan bir raporda ise emekçi sınıflar ile zenginler arasında karbon ayak izi bakımından da büyük bir uçurum olduğu görülüyor. Hollanda’da Copenhagen Business School İşletme, Toplum ve İletişim Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doç. Dr. Kristian Steensen Nielsen’in yazarları arasında bulunduğu akademik çalışmada, ülkeler arasındaki karbon ayak izi eşitsizliği araştırıldı. Çalışmanın sonuçları ise çok çarpıcı; “Farklı ülkelerden yalnızca 125 milyarder, (en zengin yüzde 10’luk kesim hariç) dünya nüfusunun yüzde 90’lık kısmında yer alan herhangi bir kişiden bir milyon kat daha fazla emisyona sebep oluyor”.
ZENGİNLERİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ YETERİNCE BİLİNMİYOR
Neilsen’in dört ülkede (ABD, Danimarka, Hindistan ve Nijerya) yapılan araştırmalara dayanan çalışması aynı zamanda bu ülkelerin tamamında, toplumun varlıklı kesiminin iklim değişikliğine ne kadar büyük katkısı olduğunu kavramadığını da ortaya koydu.
Nature Climate Change dergisinde geçtiğimiz günlerde yayımlanan çalışmaya göre, zenginlerin karbon ayak izi, tahminlerden çok çok daha yüksek! Farklı ülke vatandaşlarının ortalama karbon ayak izleri arasında uçurum olduğu zaten bilinen bir olgu. Neilsen’in çalışması ise daha zengin bireylerin karbon ayak izinin, ülke ortalamasından katbekat yüksek olduğuna işaret ediyor. Dört ülkede yapılan araştırmada katılımcılar, zenginlerin karbon ayak izini gerçekte olduğundan çok daha düşük tahmin ettiler. Yapılan çalışma zenginlerin karbon ayak izinin bu tahminlerin çok daha fazlası olduğunu ortaya koyuyor.
BİR ABD’LİNİN KARBON AYAK İZİ BİR NİJERYALI’DAN 13 KAT FAZLA
Karbon ayak izinin, hem dünyanın hangi ülkesinde yaşadığınıza hem de gelir seviyenize bağlı
olarak büyük farklılık gösterdiğine dikkat çekilen araştırmada, “Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yaşayan birinin karbon ayak izi, ortalama bir Nijeryalı’nın karbon ayak izinden yaklaşık 13 kat daha büyük. Öte yandan dünyanın farklı ülkelerinden 125 milyarder, dünya nüfusunun daha düşük gelirli yüzde 90’lık kısmında yer alan herhangi birinden bir milyon kat daha fazla emisyona sebep oluyor.”
TOPLUMLAR EŞİTSİZLİĞİN FARKINDA BİLE DEĞİL!
Bu korkunç eşitsizliğin ülkeler özelinde de oldukça belirgin olduğunun ortaya konduğu çalışmada buna yine ABD örneği veriliyor; “ABD’de en fazla gelire sahip yüzde 1’lik
kesimden birinin karbon ayak izi, en az gelire sahip yüzde 50’lik kesimden birine kıyasla 1388 kat daha büyük”. Hal böyle olmasına rağmen toplumlar bu eşitsizliğin yeterince farkında değil. Hatta çalışma bu eşitsizliğin azımsandığını ortaya koyuyor. ABD, Danimarka, Hindistan ve Nijerya’dan 4 bin kişinin katılımıyla yapılan çalışmaya göre bu ülkelerin tamamında zenginlerin karbon ayak izi gerçekte olduğundan çok daha düşük tahmin edilmiş. Gerçeklik ile tahminler arasındaki en büyük uçurum ABD ve Danimarka’da ortaya çıkmış. İklim değişikliği ile ilgili önerilen iklim politikalarının da gelir gruplarında büyük değişiklikler gösterdiği de çalışmayla ortaya çıkan olgulardan. Mesela gelir durumu en zengin yüzde 10 arasında bulunanlar kullanımın çok olduğu dönemlerde elektrik fiyatlarına ve kırmızı ete zam, ilave ek vergi gibi önerileri desteklemişler.
‘CİDDİ BİR ADALET SORUNU BU’
İklim değişikliği çerçevesinde ekonomik eşitsizliğin ciddi bir adalet sorunu yarattığını belirten Nielsen şunları dile getiriyor; ‘İklim değişikliğinde payı daha yüksek olan kişilerin, diğerlerine göre daha çok sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Sınırlı karbon bütçesinin adil paylaşılması gerekir. Küresel ısınmayı engellemeye yönelik hedeflerde görülebileceği gibi, sınırları tam anlamıyla belli olan bir karbon bütçemiz var.”
FARKINDALIK ARTIŞI ÖNERİSİ
Neilsel bu eşitsizliğe dair farkındalık artışının, iklim politikalarına desteği artırabileceği görüşünde. Bu farkındalık artışının örneğin, en zengin yüzde 1’lik, yüzde 10’luk veya yüzde 20’lik kesimlerin davranışlarını düzenleyecek politikalara desteği artırabileceğini söylüyor.
TEMELİNDE ÜRETİM İLİŞKİLERİ VAR
Farklı ülke vatandaşlarının ortalama karbon ayak izleri arasında uçurum ve bu uçurumun çok da farkında olmayan geniş toplumsal tabana dair önemli verilerin sunulduğu Neilsen’in de yazarları arasında bulunduğu çalışmada değerlendirilmeyen en önemli olgu ise meselenin sistemsel boyutu belki de. “Zenginlerin karbon ayak izi yoksullarınkine göre milyon kat fazla ama yoksullar bunun farkında değil” çıkarımının eksik yönü şu; çalışmanın bireysel tüketim, bireysel karbon ayak izine odaklanması nedeniyle meselenin kapitalist sitemle olan ilişkisi ıskalanıyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde büyük ölçüde fosil yakıta dayalı sanayi üretimi ve fosil yakıtların küresel ısınmadaki belirleyici rollerine rağmen bu ülkelerin fosil yakıttan vazgeçememesi, öte yandan B planı olarak yenilenebilir enerji sektörünün piyasaya sürülmesi, nükleer enerjinin çözüm olarak pazarlanması, emisyon ticaret sistemi gibi iklim değişikliğini önlemeyi bile birer ticaret mantığı ile yönetmeye soyunma politikaları bu çalışmada yer almıyor. Bir diğer ıskalama dev petrol, enerji ve maden şirketlerinin karbon ayak izlerini düşürecek ve net sıfır hedefine uyumlu politikalar geliştirme, uygulamalar ortaya koyma, yeni üretim modellerine yönelme yerine karbon dengeleme kredileri kullanarak kağıt üzerinde çevreye duyarlı görünmeleri de bu ayak izleri araştırmasının değinmediği konular arasında. “Karbon emisyonunu azaltım için en önemli politika aracı” olarak tanımlanan “karbon fiyatlandırması”nın bir işe yaramadığı, küresel emisyonların yaklaşık yüzde 76’sının hâlâ karbon fiyatlandırma politikaları kapsamında olmadığı, 2023 yılında toplanan 104 milyar dolarlık karbon vergisinin nerelere harcandığının belirsizliği, hatta bu vergilerin fosil yakıtların sübvansiyonunda da kullanabilmesi ihtimali meselenin özünün bireysel davranışlardan öte sistemlerde aranması gerektiğine işaret ediyor. ( Evrensel Gazetesi)