Başlarken…
Yalnız yaşadığı yazlığına bu yıl daha erken gelen yaşlı komşumu henüz selamlama fırsatı bulamadan, öfkeyle başına gelenleri anlatmaya koyuldu. Evinin dibindeki sağlık ocağında ilacını yazdıramamış bir gün önce. Daimi adresi kışlarını geçirdiği şehirde olduğundan, kayıtlı olmadığı sağlık ocağı doktoru ilacını yazmayı reddetmiş; bu yüzden hastaneye gitmesi gerekmiş. Bütün günü sağlık hizmeti almaya gittiği hastanede doktor sırasında geçirince, hem yorulmuş hem de öfkeden tansiyonu yükselmiş. Haklı olarak, sağlık sistemi insanlar için değil mi, diye soruyor. Ben de bilgiçlik taslayıp, sistemin insana yabancılaşması lakırtısına girmiyorum. Komşumu daha da sinirlendirmekten kaçındığım için kullanmadığım ifade, aslında boş bir söz olmasa gerek. Ne yazık ki sistemin, kurumların insana yabancılaşması; insanın kendine, kendi duygularına yabancılaşması kadar gerçek bir olgu.
Söz duygulardan açılmışken, telefonuma indirdiğim alışveriş sitesi uygulamasından dün gönderilen, sizi özledik, mesajı geldi aklıma. Uzun süredir bir ürün siparişi vermemiş olmalıyım ki, sitenin makine zekası bu durumu saptamış. Proğramlandığı doğrultuda bana duygusal bir mesaj gönderiyor: Sizi özledik (Tercümesi: Bizden alışveriş etmeye devam et ki, seni sevelim, özlemeyelim.) Yapay zeka uygulamasının otomatik iletisi olduğunu bilsek de insanı etkiliyor, bazılarımıza iyi şeyler hissettirebiliyor. Yüzeyselleşen toplumsal hayat, yalnızlaştırdığı insanın duygular dünyasında özlemin yapayı ile doğalı arasındaki mesafeyi çoktan ortadan kaldırmış olduğunun göstergesi olabilir mi bu? Yoksa artık duyguları kelimelere mi indirgedik ilişkilerimizde? Ne vakit oldu bu? Bu haklı soruların ardı arkası gelmez. Sevgilisini telefonuna aşkım diye kaydeden kadın, bu ilişkinin aşk olduğuna kendisini mi yoksa erkeği mi ikna etmeye çalışır acaba? İnsanların bu tuhaf modaya kendilerini zorlanması modanın kendisi kadar tuhaf değil mi? İnsanlar aşk kelimesinin, içinde aşka dair hiçbir şey barındırmadığını kavramaya direniyor. Nasıl ki kedi sözcüğünden kedi çıkmıyorsa, aşk kelimesini günde kaç kez tekrarlarsa tekrarlasın, aşk üretmeyeceğini anlamak istemiyor. Sıkça kullandığımız emojiler, ellerimizle göğsümüzde inip kalkan kalp işaretleri de hayatlarımızda eksik olanın boşluğunu dolduramıyor ne yazık ki. Eksik yaşanan hayatın yol açtığı boşluk, bizi hızlı duygusal değişimler yaşayan bireylere dönüştürüyor. Sınırda yaşamak böyle bir şey olsa gerek.
Tam da burada Platon’un Devlet eserinde Sokrates’in ağzından anlattığı mağara alegorisini anımsamakta yarar var. Mağarada zincirlenmiş insanlar başlarını sağa sola çeviremezler. Dışarıdan gelen ışığa arkaları dönük yaşayan bu insanların tek gördükleri, dışardaki hayatın önlerine düşen gölgeleri olur haliyle. Şimdilerde yaşanan insanlık durumlarının eksiksiz tarifi gibi değil mi? Hayatın Platon döneminden daha karmaşık olduğu günümüzde, ne yazık ki gölgeler çoğaldı, niteliği de çok değişti. İnsanın acıklı hali derinleşti. Şaşkın halde koşuşturup duruyoruz, neyi nerede aramamız gerektiğini bilmeden.
Kim bilir aradığımızı gene kelimelerde bulabiliriz belki. Hâlâ insana, hayata dair yeni keşiflerin dile geldiği iyi edebiyat eserlerinin iyi kurgulanmış sözcükleri bir çıkış yolu gösterebilir. Sözcükler gösterdiği şeyi içermeyen keyfi semboller olsa da, doğru sözcüklerle ifade edilmiş doğru düşünceler içeren cümleler, gölgeleri kovabilir, yabancılaşmadan uzak anlamlı bir yaşam kazandırabilir bize.
Pazarları görüşmek üzere.
******

Mehmet Ramazan Kimdir?
“Köy doğumlu benim kuşaktan olanlarda sık rastlanan gün ve ay olan 1 Ocak’ta doğdum. Düz hesap olsun, demiş olmalı ilçe nüfus memuru.. Yıl, 1959.
1983’de öğretmen oldum. İngilizce öğretmeni olmak, benim için hem meslek hem de edebiyat okuru olarak fazladan bir dil anlamına geldi.
80’lerin ortalarında dönemin kimi edebiyat dergilerinde şiir ve edebiyat yazıları yazdım.
Kısa süre önce kendiliğinden ortaya çıkıveren yazma eğilimi beni öyküye yönlendirdi. Beğendiklerimi güvendiğim öykü editörleri olan dergilere gönderiyorum.”