İş güvenliğine dair hiçbir önemi denetlemeyen, ölümlere gözünü kapayıp “fıtrat” olarak gören dönemin AKP iktidarı, patronlarla beraber işçilerin sömürüsünün yapı taşlarını döşüyor.
Damla DURLU
Boğaziçi Üniversitesi
2006 yılında arka arkaya gerçekleşen iş cinayetlerinden sonra sendika ve meslek odalarının çağrısıyla oluşturulan Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu’nun işçi kahvelerinde, evlerde, sendika etkinliklerinde işçi, mühendis ve sendika sorumluları ile yaptığı görüşmeleri merkezine alan, yönetmenliğini Petra Holzer ve Ethem Özgüven’in yaptığı 4857 belgeseli ismini aynı sayılı İş Güvenliği Yasası’ndan alıyor. 18 ayda 18.500 işçinin iş kazası geçirdiği, yılda 1600 işçinin iş kazasında hayatını kaybettiği dönemde, 4857 sayılı kanunun uygulanması yükselen seslerin ve mücadelenin adımlarını izliyoruz.
İŞÇİLERİN YAŞAMAK İÇİN HAYKIRIŞLARI
Tersane işçileri en ağır koşullarda çalışmaya, yaşamaya çalışıyor. İş güvenliği eğitimi olmadan, güvenliksiz ortamlarda, gerekli önlemler alınmadan uzun saatlerce sigortasız halde tersane düzenin içinde yer alıyorlar. Kazaların, patlamaların, ölümlerin gündelik hale geldiği bir yer Tuzla, bu gündelik hali ise yer yer gördüğümüz ölen işçilerin anne-babalarının, eşlerinin, iş arkadaşlarının öfkeli haykırışları yıkıyor. İleri işçiler tersane düzenin çarpıklığını, işçilerin haklarını diğer arkadaşlarına anlatırken onlara bu konuda adım atmanın onların da sorumluluğu olduğunu söyleyerek, “arkadaşınız ölüyor siz 10 dakika eyleme gelmiyorsunuz” diyerek mücadeleye çağırıyor. Daha dün yanı başında çalışan arkadaşının bugün mezarda olduğunu bilen işçiler öfkeleriyle yer yer eylemlere katılıyor, patronlara tepkisini koyuyor. Ancak bu tepkilerin ardının gelmediği, öfkelerin güvenlik talepleriyle sınırlı kaldığı, politik tartışmalara evrilmediği bir durum söz konusu. Sendikacılar, iş güvenliği uzmanları, yıllardır tersanede çalışan işçiler konuşmaları bu öfkeyi daha büyük bir mücadeleye dönüştürmeye çalışıyor. Ama bu çabanın karşısında türlü engellerle karşılaşıyorlar.
TAŞERONLUĞUN GETİRDİĞİ YÜK
Taşeron işçiliğin yaygın olduğu tersanede güvencesizlik hali işçilerin seslerini yükseltmek konusunda çekincesini doğuruyor. Kendilerini, ailelerini geçindirme derdinde olan işçiler tüm çetin şartların altında yaşadıklarını göz ardı ederek bir şekilde kendilerini idame ettirmeye çalışıyorlar. Tersanedeki hemşericilik düzeniyle işe alınan kimi işçiler ise hemşerileri patronlar tarafından sömürülmeye razı oluyor. Bunların yanı sıra, devletin de sermaye ile bu sömürü düzeninde nasıl ortaklık kurduğunu görüyoruz. İş güvenliğine dair hiçbir önemi denetlemeyen, ölümlere gözünü kapayıp “fıtrat” olarak gören dönemin AKP iktidarı, patronlarla beraber işçilerin sömürüsünün yapı taşlarını döşüyor; patronlar çalışma ortamlarını, çalışma düzenlerini, iş aletlerini cebinden çıkacak bir kuruş paradan sakınmak için iyileştirmiyor.
“O dev gemileri yapan bizleriz, asıl bizim dik durmamız gerekir” diyor bir işçi belgeselde. Her sabah evinden çıkan, sömürü koşullarında her gün beli biraz daha bükülen işçilerin öfkelerinin, ağır çalışma şartlarının ve mücadelelerinin resmi 4857. Bütün bunları dışarıdan ve didaktik bir havada yapmadan işçilerin yanında, işçilere kulak vererek yapıyor; 4857 sayılı yasanın hayatlarına dokunduğu insanları görüyor, gösteriyor. Tersane işçileri başta tüm işçilerin ağır çalışma koşullarında süregiden sömürülerine tekrar bakmak, tekrar düşünmek için bize bir çağrı yapıyor. (Evrensel Gazetesi)