Hayat, bazen en acı derslerini en güvendiğimiz isimler üzerinden verir. Yıllarca süren umutlar, fedakarlıklar, mücadeleler, ödenen bedeller bir anda tarihin tozlu sayfalarına gömülürken, geride sadece “Sen de mi Brütüs?” fısıltıları kalır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık CHP Genel Başkanlığı ve art arda gelen seçim yenilgileri, bu acı dersin en somut örneği olmaya aday.
Kemal Kılıçdaroğlu bir zamanlar milyonların gözünde değişimin, dürüstlüğün ve adaletin sembolüydü. Kimimiz O’ Kemal’den bir ‘Ghandi’ çıkarmaya heveslendik; kimimiz de adalet timsali bir lider.
Ancak aradan geçen sürede, O’ Kemal’den ikisinin de çıkmadığını ve asla çıkamayacağını bizzat yaşayarak anladık. 13 yıl boyunca kaybedilen her seçimin ardından gelen hüsran ve sonunda Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan pazarlıklar, ulufe olarak ilkesizce dağıtılan milletvekilleri, Özdağ ile yapılan gizli protokoller ve seçimin kaybedilmesi, toplumda şok etkisi yarattı. Bütün muhalifler CHP’den de ülkeden de umudunu kesti. Küstü ve siyasetten uzaklaştı. Gençler yurt dışına akın akın gitmeye başladılar. Memleketimizin kaderi ise, yine aynı ellerde aynı kötülüklerle, hoyratça, acımasızca bu ana dek yazılmaya devam etti..

Kılıçdaroğlu ise tüm seçim başarısızlıklarına ve seslendirilen eleştirilere karşın kulağının üzerine yattı. Hep olduğu gibi zamanın yenilgilerini unutturacağını varsaydı. Kendisinden öncekilerde hep öyle yapmıştı zaten. O’ nun ‘erdemli’ davranıp bunca başarısızlığın sorumluluğunu almasına ne gerek vardı. Konuşur konuşur susarlardı. Parti içi iktidar elindeydi nasıl olsa. Ve herkesin bir beklentisi vardı. O beklentileri ustaca yönetir ve herkesi sustururdu.
İşte böylesi bir ortamda partinin geleceğinden öte ülkenin kurtuluşu için başka bir çarenin olmadığına inanan Özgür Özel ve arkadaşları parti içindeki konfor alanlarını da tehlikeye atarak sahneye çıktı. Nesnel bir değerlendirme yapıp, parti içi değişimi örgütlediler ve kurultayı kazandılar. Ancak Kılıçdaroğlu bu meşru değişimi subjektif bir değerlendirme yaparak, sırtından hançerlenme” olarak gördü. Gerçeklikten uzak, tamamen kişisel hırs ve beklentilerin etkisiyle yapıyordu bu yorumu. Kılıçdaroğlu ve çevresi nesnelliği okuyamıyor ve değişimin yalnızca CHP için değil; ülke için bir mecburiyet olduğunu göremiyordu. Aslında bal gibi görüyorlardı ama, parti içi iktidarlarını korumak için görmezden geliyorlardı. Ama bu anlayışları, CHP’yi AKP karşısında etkisiz eleman konumuna sokmuş; AKP’de yıllardır at koşturuyordu ülkede. Aslında AKP’nin bu kadar dominant hale gelmesi ve ülkeyi uçurumun kenarına getirmesinde Kılıçdaroğlu’nun çok büyük bir sorumluluğu vardı.
Ve bu durumu saptayan Özel ve İmamoğlu, mevzunun kişisel vefa duygularının ötesinde, memlekete duyulan vefa ile ilgili olduğunda birleştiler. Ve kurultay sonrası, CHP’de gerçek bir değişim rüzgârı esmeye başladı. Özgür Özel , Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’lı, parti, hem sahada hem siyasette şimdiye kadar hiç görülmemiş bir biçimde etkili hale geldi. Baba ocağı diyerek partiyi herkese açtılar. Parti üye ve örgütlerini mücadelenin içine soktular. CHP yüzünü yakın tarihinde ilk kez kendisinin dışındaki muhalefete çevirdi. 2019’dan bu yana muhalefet ilk kez somut başarılar elde etti. Ve bu başarı, Kılıçdaroğlu’nun benimsediği “majestelerinin muhalefeti” ile değil; halkla birlikte yürüyen, hesaplaşan, cesur bir siyasetin ürünü oldu.
Özgür Özel’in liderliğinde CHP, yalnızca kendi tabanını değil; tüm muhalif kitleleri harekete geçiren bir yapıya -İmamoğlu ve Yavaş’ın büyük katkılarıyla- kavuştu. Özel, partisi dışındaki muhalifler olmadan Türkiye’de demokrasi mücadelesi verilemeyeceğini önceki CHP liderlerinin aksine hemencecik kavradı. Daha doğrusu mecbur kaldı. Çünkü artık deniz bitmiş; kara görünmüştü. Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, kuzular kurt tarafından sırayla yenirken, pek de ses çıkarmamış; sıranın kendilerine gelme ihtimalini hiç düşünmemiş; ona göre de örgütlenmemişti. Kılıçdaroğlu CHP’si, “suyumu bulandırıyorsun” bahanesiyle kara kuzuyu, kınalı kuzuyu kurt yerken sadece seyretmişti. Nihayet sıra artık beyaz kuzuya yani kendilerine gelmişti.
Özgür Özel siyasi zekâsı, insani vasıfları, mücadeleci karakteri ve sahiciliği ile ‘bizden’ biri olduğunu gösterirken; sadece CHP’lilerin değil, geniş halk kesimlerinin umudu haline de geldi. Tüm muhalefeti demokrasi mücadelesi içine çekmeyi başardı. Nitekim, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı için kurulan sandıklarda 1 milyon üyesi bile olmayan CHP’de kullanılan 14 milyon oy ve serbest bırakılması için toplanan şimdilik 20 milyon imza, düzenlenen görkemli mitingler, toplumsal muhalefetin büyüklüğünü anlamamızı ve somut olarak görmemizi sağladı. Bunu iktidar da gördü, görüyor.
İktidarı korkutan şey de, işte tam olarak bu.
CHP’yi bir kez daha bölmek istiyorlar; Ama bu sefer CHP yalnızca içeriden değil; dışarıdan da bölünmeli ki, iktidar amacına ulaşabilsin! Yalnızca CHP’yle sınırlı bir bölünme hedeflenmiyor. Kendisini Özgür Özel- İmamoğlu ve Yavaş’ın mücadele bütününde somutlayan ve 14 – 20milyon oy ve imza vererek ülke demokrasisi için birleşik muhalefet oluşturanların bölünmesi gerekiyor. Onlara öyle bir darbe vurulmalı ki; önce moralleri bozulsun, umutsuzluğa, çaresizliğe düşüp, mücadeleleri sekteye uğrasın. Onun için iktidar ‘Truva Atlarına’ ihtiyaç duyuyor. Hem de o Truva Atlarının, içine iyi kötü % 3’lük-5’lik bir temsil gücü sığmalı ki nihai amacına ulaşabilsin. Kılıçdaroğlu’na onun için oynuyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, CHP’nin başında ya da CHP’nin dışında bir baş olmasını istiyorlar. Ondan hiç olmazsa bir (TBP) Mustafa Timisi yaratabilir miyiz? diye bakıyorlar. ‘Terörsüz Türkiye ‘ diyerek zaten destek alabileceklerine inandıkları kürtlerin yanına, hiç olmazsa alevilerinde bir kısmını eklemek istiyorlar.
Ve Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın zorlamasıyla açılan kayyum davasından medet umarak Truva Atı olmak için iktidara kaydını yaptırmış; genel başkanlığa atanma beklentisi içine girip bütün gemileri yakmış olması, siyasi ve insani kariyerindeki en büyük hatalardan birini yapmasına yol açıyor. Bu durum, onu tarihin “ihanet” listesindeki figürleriyle yan yana getiriyor.
Tıpkı Marcus Brütüs gibi, en yakınındakine sırtını dönme; Benedict Arnold misali, kişisel hırs uğruna büyük bir davayı tehlikeye atma; Mir Jafar örneğinde olduğu gibi, kendi koltuğu için iktidar yargısından medet umarak partinin iradesini çiğnetme gibi bir zamanların kahramanıyken yanlış kararlarla tarihin utanç sayfalarına geçmesi kuvvetle muhtemel hale geliyor.
Mansur Yavaş’ın da uyardığ gibi: “Bu süreçte tüm partililerin tek yumruk halinde bir ve bütün durması en büyük arzumdur, olması gerekendir. Aksi halde hiçbirimiz torunlarımızın yüzüne bakamıyız.”
Kılıçdaroğlu’nun bu kritik süreçteki duruşu, parti içindeki en büyük hançer olarak algılanıyor. İmamoğlu hapiste bedel öderken, Kılıçdaroğlu’nun “Mitingleri doğru bulmuyorum” diyerek direnişi frenleme isteği, “Mahkeme kararını bekleyelim” “Kayyum kararı çıkarsa görev alacağını” açıklayarak iktidarın ekmeğine yağ sürmesi, siyasi mirasını derinlemesine zedeliyor.
Tarih bize açıkça gösteriyor ki, ihanetle kazanılan zafer, gerçekte bir hezimettir. Brütüs’ten Benedict Arnold’a, ihanet edenlerin ortak sonu itibar kaybı ve pişmanlıktır. Kılıçdaroğlu tarihten ders almalı. Özgür Özel’i, bir Brütüs hançeriyle saf dışı bırakmaya kalkmak, kısa vadede kişisel bir zafer gibi görünse de, uzun vadede kendi ve belki de ülkemizin siyasi geleceğine yapılacak en büyük kötülüklerden biri olacak.
Unutmayın, gün gelir “Utançla hatırlanır, lanetlenirsiniz.” Ve o gün, belki de yeni bir ses yükselir ve sorar: “Sen de mi Brütüs Kemal ?” “Ne elde ettin! Değdi mi! Bi anlat şimdi!” torunlarına…