Hırsın sadece insanı değil, tarihi de kirlettiği bir noktaya geldik. Kemal Kılıçdaroğlu, bugün siyasetteki en dramatik pozisyonda. Artık ne zafer kazanabilir ne de onurlu bir geri çekilme yaşayabilir. Çünkü kendi hikâyesini bir Shakespeare trajedisine çevirdi. Ve bizler, tarihe tanıklık ederken bu acı dersi not ediyoruz: “Taht için ruhunu, yol arkadaşlarını ve halkın güvenini feda eden biri, artık lider değil; sadece trajedinin bir figürüdür.”
Mutlaka izleyin! İzlemek İçin Tıklayın!
Shakespeare’in Macbeth’i, ne yeri ne de zamanı açısından “eskilerde” kalmış bir masal değildir! iktidar hırsının insan ruhunu nasıl yozlaştırdığının ve sonunda yıkıma nasıl götürdüğünün çarpıcı bir örneğidir. 400 yıl öncesinden günümüzü aydınlatan güçlü bir ışık olma özelliğini tüm gücüyle sürdürüyor. insanoğlunun hala “bir arpa boyu kadar yol alamamasını” anlatması açısından trajik.
Macbeth kendisine kral olacağı fısıldandığında, gücü elde etmek uğruna önce ahlakını, sonra aklını kaybeder. Elde ettiği iktidar ne gerçek bir zafer getirir ne de iç huzur; geriye sadece bir enkaz kalır: yalnızlık, lanetlenme, pişmanlık ve halkın gözünde tarifsiz bir değersizlik.
Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun sergilediği siyasi tutum, tarihten değil; adeta edebiyattan, tragedyanın merkezinden fırlamış gibi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayı’nın yargı kararıyla iptal edilme olasılığı karşısında, Kılıçdaroğlu’nun yeniden genel başkan olma hırsı, sanki kaderin fısıldadığı karanlık bir kehanete dönüşmüş durumda:
“Kral olacaksın Kemal! Ama nasıl?”
Bu beklenti Kılıçdaroğlu’nun uzun yıllar mücadele ettiği “iktidar mühendisliği” kavramının ironik bir yansımasıdır. Zira kurultayla değil, mahkeme kararıyla, yani üyelerin iradesi değil, iktidar yargısının icazeti ile Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğuna dönme arayışı, kendi değerlerine ters düşen bir yola saptığının alenileşmesidir.
Bir zamanlar “helalleşme” diyerek yola çıkan, “demokrasi” vurgusu yapan Kılıçdaroğlu, bugün geldiği noktada CHP’yi iktidar yargısı yoluyla ele geçirmeye çalışan işbirlikçi , fırsatçı bir figür olarak tarih sahnesinde. “Taç için karakterini kaybettiğinde, artık başında bir taç değil, bir utanç taşımaya başlarsın” sözü de, bu ibretlik durumu özetler nitelikte.
Mutlaka izleyin! İzlemek İçin Tıklayın!
“Yiğitlerim”den “Beton Duvarlar Arasına Gömme”ye: Bir Vefasızlık Hikayesi
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sergilediği bu vefasız ve çelişkili tutum, özellikle iki yıl önceki Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasındaki söylemleriyle taban tabana zıtlık oluşturuyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı yardımcıları olarak tanıtırken yayımladığı videoda onlardan “yiğitlerim” diye bahsediyordu. Hatta Nisan 2023’te yayımladığı videoda, kentleri, yani ülkenin neredeyse tamamını depreme hazırlama ve güçlendirme görevini – yani imar/ inşaat işlerinin tümünü- verirken İmamoğlu için, “bu berbat şehirleşmeyi bitirecek olan yiğit, Ekrem Başkandır” ifadesini kullanmıştı.
Bugün ise aynı İmamoğlu için —üstelik Silivri Cezaevi’nde tutukluyken— yapılan mitingleri “yanlış” ve “gereksiz” bulduğunu söylemesi, adeta onu “beton duvarlar arasına gömme” çabasına katkıda bulunması, bu ülkede hala aklını yitirmemiş olanlarımızda şaşkınlık yaratmakla kalmıyor, hepimizi dehşete düşürüyor.
Ekrem İmamoğlu’nun “Bu adam beni beton duvarların arasına gömmek istiyor” biçimindeki iç acıtan sözleri karşısında Kılıçdaroğlu’nun: “Bu mesele Ekrem Bey’le hukuk arasında bir meseledir” diye kayıtsız kalması, sıradan bir duyarsızlık değildir. Bu açıklama, Kılıçdaroğlu’nun siyaset vicdanını kaybettiğinin, kininin ve öfkesinin dizginlenemez boyutlarını göstermesi açısından da önemlidir.
Sanki bu sözlerinde ince bir ironi gizli: Kılıçdaroğlu, aile mesleği müteahhitlik olan İmamoğlu’nu bir yandan ülkenin yeniden imarının sorumlusu ilan ederken; bir yandan da “beton duvarlar arasına gömülmek bir müteahhide yakışır” diye düşünerek ““Bu mesele Ekrem Bey’le hukuk arasında bir meseledir” diyor.
Bu durum, Hıristiyan geleneğinde İsa’nın en güvendiği havarisi olan ancak 30 gümüş karşılığında onu düşmanlarına teslim eden Judas İskariot’u akla getiriyor. Bugün CHP seçmeni için bu “30 gümüş” bir yargı kararıdır. İmamoğlu aylardır hukuksuz bir şekilde tutukluyken, CHP Türkiye’nin birinci partisi olmuşken, milyonlar meydanlarda değişimi selamlamışken… Kılıçdaroğlu, “Davayı ben açmadım” diyerek suskunluğu ile sürece meşruiyet kazandırıyor.
Partinin Yalnızlaşan Lideri
Dahası, parti içinde ve dışındaki pek çok önemli ismin uyarılarına kulak tıkaması daha da dikkat çekici. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın, “Efendim böyle bir süreçte parti tamamen parçalanır. Kamuoyu yoklamalarına göre CHP birinci parti ama böyle olursa bir anlamı kalmaz”, hatta “torunlarımızın yüzüne bakamayız, siyaset yapma gerekçem kalmaz” diyerek uyardığı Kılıçdaroğlu, adeta bir Macbeth gibi eleştirilere kulak tıkadı. “Örgütün tepkisi ne olacak? 2-3 gün tepki gösterir” sözleri, parti tabanına duyulan kibirli bir küçümsemeyi de gözler önüne serdi. Halkın iradesini hafife almanın en çarpıcı örneklerinden biri olarak da kayda girdi. Bu tutum, Mansur Yavaş’ın dahi “Sen de mi Kemal?” diye haykırmasına neden olacak bir hayal kırıklığı yarattı..
Bu siyasi savrulma, Christopher Marlowe’un Faust karakterini de anımsatıyor. Faust, bilgi ve iktidar hırsıyla şeytanla anlaşma yapar; sonsuz kudret karşılığında ruhunu feda eder. Gücün peşinde öyle bir deliliğe kapılır ki, sonunda ne ruhu kalır, ne itibarı. Kılıçdaroğlu da bu partiyi 13 yıl yönetti. Bugün ise, kurultayın iptal edilmesi karşılığında “yeniden tahta dönüş” vaadi, onun şeytanla yaptığı anlaşmadır. Elbette burada şeytan, siyasallaştırılmış yargıdır. Oysa CHP tarihinde hiçbir lider, kendi kurultayına karşı yargıdan medet ummamıştır. Ve unutmayalım: Faust sonunda mahvolur. Gücü kısa sürelidir ama bedeli ebedidir.
J.R.R. Tolkien’in yarattığı Gollum karakteri de bu duruma çarpıcı bir benzetme sunuyor. Gollum, bir zamanlar sıradan biriydi. Ama “güç yüzüğüne” dokunduktan sonra, o yüzüğü tekrar elde etmek için aklını, bedenini, kimliğini kaybetti. Kılıçdaroğlu’nun koltuğa olan bu ısrarlı arzusu, bir tür siyasi Gollumlaşmadır. Tahtı bırakmak zorunda kaldı ama içinde hâlâ “Benim, benim olmalı!” diye çırpınan bir yürek taşıyor. Artık çevresinde yol arkadaşları değil; sadece kendi iç yankısı kaldı. Yüzüğü almak uğruna her değeri yakan Gollum gibi, bugün de partisini yargı eliyle yeniden biçimlendirmeyi göze alıyor.
Kafka’nın Şato romanındaki “Bay K.” gibi, bürokratik bir labirentte var olmaya çalışan, şatoya asla ulaşamayan ama yine de o yapıya sıkışıp kalan bir figüre dönüşen Kılıçdaroğlu, adeta yıkılmakta olan bir şatonun eski müdürü gibi anahtarı elinde tutmaya çalışmaktadır. Oysa şato çökerken, içerideki sesler de dışarıdaki feryatlar da duyulmaz olmuştur.
T.S. Eliot’un Boş Adamlar şiirindeki “İşte dünya böyle son bulur – bir gürültüyle değil, bir inlemeyle” dizeleri, bugünkü CHP’nin durumunu özetler niteliktedir. Anketlerde birinci parti konumuna gelen ve ülkenin bütün muhalefetini harekete geçirerek demokrasi mücadelesinde lokomotif işlevi gören bir siyasi hareketin böyle bir “inlemeye” dönüşme ihtimali ne yazık ki gittikçe kuvvetlenmektedir. Sürdürülmekte olan demokrasi mücadelesi Kılıçdaroğlu’nun dizginlenemez öfkesi, hırsı ve kini nedeniyle kurban edilmek üzeredir.
Hırsın sadece insanı değil, tarihi de kirlettiği bir noktaya gelindi. Kemal Kılıçdaroğlu, bugün siyasetteki en dramatik pozisyonda. Artık ne zafer kazanabilir ne de onurlu bir geri çekilme yaşayabilir. Çünkü kendi hikâyesini bir Shakespeare trajedisine çevirdi. Ve bizler, tarihe tanıklık ederken bu acı dersi not düşüyoruz: “Taht için ruhunu, yol arkadaşlarını ve halkın güvenini feda eden biri, artık lider değil; sadece trajedinin bir figürüdür.”
Sizce bu trajedinin son perdesi nasıl kapanacak?